“Üstün Zekâ” Yerine, “Mutlu Zekâ”nın Peşine Düşün…

“Üstün Zekâ” Yerine, “Mutlu Zekâ”nın Peşine Düşün…

Arkadaşlar Prof. DR. Ayşegül ATAMAN ‘nın Bilişim Dergisi’nde yayınlanan ropartajını sizlerle paylaşıyorum.

 -AADANEM-Özel Gereksinimli Çocuklar Dayanışma Merkezi’nin kuruluş hikâyesi ve amaçlarını kısaca anlatabilir misiniz? Bu merkezi neden kurdunuz?

 Kurmuş olduğum bu merkez, bir eğitim ve danışma merkezi. Merkezimizde özel gereksinimli çocuklar ve ailelerinin eğitsel ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirme, danışma ve eğitim hizmetleri sunuluyor.

AADANEM ismi biraz ilginç gelebilir. Öğrencilerimle düşündük merkeze ne ismim verelim diye. Hem alanı kapsasın hem de kulakta hoş bir yankı bıraksın. Öğrenciler, “Hocam siz markasınız ve o nedenle sizin adınızı koyalım” dediler. Böylece Ayşegül Ataman Danışma Eğitim Merkezi (AADANEM) ismini verdik. Neden gerekli oldu böyle bir merkez kurmak? Bildiğiniz üzere üniversitede belli bir noktaya ulaşınca devlet size “Git. Çalışma artık, emekli ol” diyor. Bence en verimli bu dönemdir. 2013 yılında emekli olmak durumunda kaldım. Çok şey biriktirmiştim ve biriktirdiğimi paylaşmak istiyordum. Gazi Üniversitesi’nde Eğitim Bilimleri Bölüm Başkanı iken Görme, Öğrenme Yetersizliği olan çocuklar için bir eğitim merkezi. GÖÇEM diye adlandırılan “Görme, öğrenme yetersizliği olan çocuklar için bir eğitim” merkezini kurdum. Bu merkezde bu işi yapıyordum. Aileler çocuklarıyla ilgili tavsiye ve değerlendirmeler alıyorlardı. Aile eğitimleri yapıyorduk. Üniversiteden emekli olunca aileler beni bir yerde görmek istedi.

1972 yılından beri Türkiye’de üstün yetenekli çocuklar konusunda ilk araştırmaları yapan kişiyim. Benden önce alanımızın kurucusu Mithat Enç’in yazmış olduğu kapsamlı “Üstün Beyin Gücü” adlı kitap var. Benim hocamdı ve danışmanlığımı yapmıştır. Onun ayak izinden gidiyorum. Beni bu alana yönlendiren de o oldu.

6600 sayılı yasayı incelemiştim. İlk kez yurtdışına giden özel yetenekli çocukları incelemiştim. Sonra Ankara Fen Lisesi’nde çalışmalarım oldu. Ankara’daki resmi devlet okullarında üstün yetenekli çocuklar üzerine çalışmam var. Bütün kariyerimi üstün yetenekliler üzerine yaptım.

Aileler benden danışmanlık yapmamı istediler. Benim de bir şeyler yapmam, bir şey açmam gerekiyordu. Tek bir alan olmaz. Çünkü alan kapsamlı. O nedenle özel gereksinimli çocukların büyük bir kısmına hitap edebilecek bir merkez açalım dedik. Böylece 2013 yılının ağustos ayında bu işe başladık. Merkezi açar açmaz duyan bütün veliler geldi. Tavsiye eden oldu birbirine.

Özel eğitim öğretmeni yetiştiriyorum

Verdiğimiz eğitimlerde önerdiklerimizi uygulayanlar mutlu sonuç alınca veli memnuniyeti artıyor. Veliler memnun olunca da herkes birbirine söylüyor. Çorum’dan, Ereğli’den, İstanbul’dan, Kıbrıs’tan olmak üzere ülkenin dört bir tarafından yoğun talep ve ilgi olmaya başladı. Bu arada Kıbrıs’ta Lefke Avrupa Üniversitesi Fazıl Küçük Eğitim Fakültesi’nde iddialı bir biçimde özel eğitim merkezi kurdum.

Görme, işitme ve zihin olmak üzere özel eğitim öğretmeni yetiştiriyorum. En az bir iki alanda yeterliliği olan öğretmenler yetişiyor. Bizim mezunlarımız özel eğitim öğretmeni olacaklar. Kıbrıs’ta 78 öğrenci ikinci, 58 öğrenci de birinci sınıfta olmak üzere 150 öğretmen adayımız var.

Bir Kıbrıs’tayım bir Türkiye’deyim. Lefke Avrupa Üniversitesindeki bölümümüze Türkiye’den ÖSYM ile gelen öğrenciler de var, Kıbrıs’tan gelenler de var. Kıbrıs’takiler bu işi orada yapacaklar. Henüz Kıbrıs’ta yetersizliği olanlarla ilgili bir özel eğitim yasası yok. Bu konuda planları ve programları olmadığı için onlara bu konuda kanun çıkmasıyla ilgili destek veriyorum.

Çok yoğun çalışıyorum. İnsanın belli bir yaşa gelince bilgilerini paylaşması gerektiğini düşünüyorum. Bilgi paylaşılınca gelişiyor. Geliştikçe siz de kendinizi daha çok geliştiriyorsunuz. Yoğun çalışma tempomda eşim artık beni durduramadığı için o da bana uydu

Ankara’daki merkezde hem gelen çocukları değerlendiriyoruz hem de denetleme ve disipline etmeyi bilmeyen anne-babalara bir çocuğun nasıl terbiye edilebileceğini öğretiyoruz. Çeşitli eğitim programları veriyoruz. Aynı zamanda özgün öğrenme güçlüğü çeken disleksi (öğrenme bozukluğu) çocuklar için program uyguluyoruz. Onların daha yeterli hale gelmelerine yardımcı oluyoruz.

Zihin yetersizliği olan otizm ile ilgili gelen velilere sıcak bakmıyorum. Onları farklı bir alan olduğu için çeşitli kliniklere yönlendiriyorum. Ben daha çok çocukların gelişim profilleri üzerinde duruyorum. Anne ve babadan öykülerini alıyorum ve anne-babalar çocuklarını büyütürken neyin farkındalar?

Çocukların bir kısmı, okul öncesi dönemde anneanne, babaanne veya bakıcı tarafından büyütülüyorlar. Anne çalışıyorsa süt izni ile yaklaşık bir yıl bakabilmiştir. Çocukların en kritik dönemlerinde anneler yanlarında değil.

Beyin gelişimi açısından en kritik yaş 1,5 yaştır. 1,5-3,00 yaş arası olan bu kritik dönemde bir çocuğun kasıtlı olarak bazı etkilere maruz kalması gerekiyor. Yani tüm duyu kanallarını kullanacak tarzda girdilerin verilmesi gerekiyor.

Anne babalar bilinçli ancak bilgisiz geliyorlar

Biz daha çok “anadan babadan görme” usulü gidiyoruz. Tabii bunu kötülemek için söylemiyorum ama yeni gelişmeler, daha değişik şeylerin verilmesi gerektiğini söylüyor.

Anne babalar bilinçli ancak bilgisiz geliyorlar. Bir şeyler yapma ve çocuklarını daha iyi yetiştirme konusunda bilinçleri var ama bilgi kirliliği ile geliyorlar. İnternet’te çok fazla bilgi kirliliği ve kulaktan dolma bilgiler var.

Öğretmenler özellikle eski öğretmenler okula başlamadan hızlı okuyan çocukların okumamaları yönünde anne babalara baskı yapıyorlar. “Sakın okutmayın ve defter kalem vermeyin” diyorlar. Okumadan gelsin. İşleri zor olur diye. Uçmak isteyen kelebeğin kanatlarını kopartmak gibi bir şey.  Ailelerin büyük bir kısmı bunların etkisinde kalıyor.

 –Aileler üstün yetenekli çocuklarının olduğunu öğrendiklerinde neler hissediyor, nasıl davranıyorlar? Üstün yetenekli bir çocuğa sahip olmanın iyi/kötü yanları hakkındaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?

 Örnek verecek olursam geçen haftalarda bir veli geldi. Herkes “Senin çocuğun farklı, gidip değerlendir” diyormuş. Bana geldi, çocuğu değerlendirdim ve “Sizin çocuğunuz üstün yetenekli”  dedim. “Hayır, olamaz. Kabul etmiyorum” dedi. “İster kabul et ister etme ama çocuğun durumu bu. Üstün yetenekli ve bazı alanlarda hızlı gelişiyor” dedim. “Peki, ben ne yapacağım?” dedi. Şimdi aşağı yukarı yetersizliği olan bir çocuğun ailesinin yaşadığı şoka benzer bir şok yaşıyor aileler. Ne yaptım da başıma bu geldi? Her şeyi normal gidebilecek bir çocuk bekler iken şimdi ben ne yapacağım bu çocuğa? Ben bu çocuğa yetemeyeceğim, ortam sunamayacağım. Ya bu, çok problem olursa?

Hemen üstün yetenekli çocuklar ile eşleştirilen önyargılar devreye giriyor. Çocuğun olumluluklarını çok fazla görmüyorlar. Hissettikleri bir şok… “Tabii benden olacak ben de zeki adamım. Bizden farklı bir şey çıkmaz” diyor veli.

Bazı aileler çocuğu getiriyor ve çocuklarının farklı olduğunu söylüyorlar. Ben bakıyorum her şey çok normal çocukta. Ama hocam bankanın reklamını okudu diyor. Logo okumayı her yaştaki çocuk yapıyor.

Erken okuma için çocuğuna fiş çalıştıran ve ezberletip getiren annelerle karşılaştım. Özellikle çocuğun etiket alması için uğraşıyorlar. Bu nedenle de zekâ testleri çok talep ediliyor aslında. Bu çok ayağa düştü maalesef. Birçok merkez aileleri suiistimal ediyor.  Önemli olan çocuğun tüm gelişim alanlarını desteklemek. Çocuğun hızlı gittiği alanlarda onu biraz yönlendirmek lazım.

– Üstün zekâ potansiyeline sahip çocuk ve gençlerde sosyal çevreye uyum sorunları oluyor mu? Bu çocukların iletişim sorunları var mı? Varsa aileleri veya diğer insanlarla ne tür iletişim sorunları yaşıyorlar?

 Büyük bir kısmında uyum sorunu olmuyor. Örnek olarak üçüncü sınıfa giden bir çocuğun annesi şunları anlattı:

Çocuk satranç yarışmasında çok başarılı ve yarışmada beşinci, altıncı sınıfları yenmiş. Yedinci sınıflarda berabere kalmış. Herkes bu duruma harika demiş. Çocuk neden berabere kaldığını şöyle açıklamış; onu yenebilirdim ama düşündüm ki üçüncü sınıftaki bir öğrenciye yedinci sınıf bir öğrencinin yenilmesi zor olsa gerek. O nedenle berabere kaldım. Bu çocuk empati yapıyor ve duygusal zekâsı çok yüksek.

Üstün zekâ potansiyeline sahip çocukların büyük kısmında hırs yok

Üstün zekâ potansiyeline sahip bu çocukların büyük kısmında hırs yok. Risk almaktan çekinmiyorlar. Bunun yanında çok hırslı olanlar da var tabii. Hep ben hep ben diyenler…

Uyum sorunu, çocuktan çocuğa değişen bir durum. Eğer öğretmen çok anlayışlı değilse ve çocuğun durumunda düzenlemeler yapamıyorsa arkadaşlarına tahammül edemeyen çocuklar oluyor. Hocam, “Arkadaşlarım çok aptalca sorular soruyorlar” diyor mesela. Bu kadar çocukça soru sorulur mu diyor. Bunu söyleyen çocuğun ilgi alanı fizikte karadelikler. Karadelikleri öğrenen bir çocuk, diğer öğrencilerin öğretmenim bu ses nedir, bu da ses geçirir mi diye soru sorması ona çok aptalca geliyor.

Annelere ve çocuklara hep şunu söylüyorum; rol yapacaksınız. Çünkü çocuğun drama ve duygusal yanları güçlü olduğu için çok ilginç bir soruymuş gibi davranacaksınız.

Öğretmenlerin büyük bir kısmı üstün zekâlı çocukları aşağıya çekip diğerlerini ona yaklaştırmaya çalışma yönündeler. Geçen bir öğretmen şöyle diyor, “Oooh çok şükür öğrencileri onun seviyesine getirebildim”. Yani çocuğu bekletmiş iki yıl. Hiçbir şey çocuğa vermeden iki yıl beklemiş ve öğrenmemiş bu çocuk. Yeteneği beslediğiniz zaman gelişir, beslemezseniz körelir.

Neden Türkiye’de Nobel’ler ve büyük icatlar yok. Çünkü “icat çıkarma” diyen bir söz var bizde. Çocuğun bütün yaratıcılığını öldürüyoruz. Kültür olarak böyleyiz. Sivrilen bir kişiyi çok istemiyoruz. Ayağından çekip tutuyoruz. Değişik bir kültürüz var, yetenekli kişiler bizi rahatsız ediyor.

– Üstün yetenekli çocukları yetiştirmede aileler nelere dikkat etmelidirler?

 Sadece üstün yetenekli çocuklar için söylemiyorum. Aileler çocukların gelişimini çok dikkatli gözlemeli. Fiziksel, duygusal özellikle dil gelişimlerini. Örneğin aileye soruyorum çocuk ne dedi? “Köpek var” dedi.” Diyorum ki çocuğunuz “bahçede kahverengi renkli bir köpek çiçekleri eşeliyordu” türünde bir cümle kurdu mu? “Hayır” diyor veli. Bütün çocuklar köpek var der zaten. Çocuklarının konuştukları şeyleri kayıt altına almalarını, not almalarını istiyorum ailelerden. Çünkü çocuğu buraya getiriyorlar ve ben 45 dakikada gözlem yapıyorum. Bana doneler tam gelirse, o zaman ben o donelere kendi gözlemlerimi, çocuğun buradaki performansını, ölçeklemeleri de ekleyip çocukla ilgili daha sağlıklı bir sonuca varabilirim.

Ortam zengin olsun diyoruz. Bunu anlamı her şeyi doldurmak değil. Hazır olmayan, yapılanmamış oyuncaklar. Örneğin yoğurt kapları, tahta kaşıklar vs… bunlar çocukların çok daha fazla işine yarıyor.

Daha yaratıcı oluyorlar. Aileler çocukların yastıklarla, kilimlerle, koltuklarla ev yapmasına, çadır yapmasına izin versinler. Çocuk eline tahta kaşık alıp onunla direk yapsın. Bu çeşit oyunlara izin verilmesi lazım.

Çocuk iki yaşından itibaren anne ile birlikte oynamalı

Mutlaka annenin çocuk ile oyun oynamasını istiyorum. Bir çocuk iki yaşından itibaren anne ile birlikte evcilik oynamalı, arabacılık oynamalı, öğretmencilik oynamalı. Sonra yuvaya başladığında arkadaşıyla doktorculuk oynamalı. Bu önemli bir oyundur. Çünkü çocuk cinsiyeti keşfediyor. Rol vermeli aileler çocuklarına. Örneğin Süpermen olmalı ve babası onu uçurmalı vs gibi… Burada önemli olan birlikte oynamaları. Özellikle birlikte kitap okumalılar.

Çocuk, sonsuz biçimde televizyon karşısında tutulmamalı. Çünkü tek yönlü iletişim olduğu için çocuk otistik olabiliyor. Sadece müzik kanalını açıp çocuğu TV karşısına oturtan aileler var. Çocukla bol bol konuşmak ve betimlemek yapmak lazım. Örneğin “Anne şimdi yemek yapıyor. Ne koymuş işine karabiber”. Bütün her şeyi betimleyerek beş duyuya hitap edecek ortamın olması gerekiyor. Birlikte oyun oynanması lazım. Çocuğun oyuncağı olsun demiyoruz, kendisinin icat edeceği oyuncaklar olsun. Örneğin legolar gibi.

Tablet ve bilgisayar, 15 yaşa kadar kontrollü kullandırılmalı

 Tablet ve bilgisayar 15 yaşa kadar kontrollü kullandırılmalı. Sadece bu aletlerde parmaklarını kaydırıyorlar.  California’da Silikon Vadisi’nde Bill Gates gibi üst düzey çocukların gittiği bir okulda kara tahta var. Tebeşir var. Bilgisayar ve telefon yok. Köy Enstitüsü’ne benzer bir program uygulanıyor. Orada örgü örüyorlar, tahtalarla çivi çakıyorlar. Çocukların bütün gelişim ihtiyaçlarını destekleyici aktiviteler uygulanıyor.

El yazısı Türkçe ’ye uygun değil

Şuan ki eğitim sistemimizde çocuklar el yazısıyla öğreniyorlar ve bu nedenle Türkçe’yi ve okumayı sevmiyorlar. Çocukların etrafında el yazısıyla kitap yok. El yazısı, teknolojinin olduğu yerde imza atmaya yarayan bir iş. El yazısıyla yani ses temelli öğretim yerine Türkçe’ye uygun olan cümle temelli öğretim gidilmelidir. Çünkü Türkçe yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dildir. İngilizce gibi değil. El yazısı Türkçe’ye uygun değil. Bu ses temelli sisteme başlandığından beri bana gelen çocukların büyük bir kısmında okuma ve yazma güçlüğü, Türkçe’den nefret etme, kitap okumak istememek gibi şeyleri gözlemliyorum.

Aileler, öğrenmeye hevesli olan çocukları okulda zorluk çıkarır diye kısıtlamamalı. Onlara fırsat tanısınlar. Çocuk hazır olduğu andan itibaren okul öncesi eğitime gönderilmeli.Aileler çocuklarla birlikte yaşayacakları zengin bir ortam oluşturmalılar.

 -Zekâ ve yetenek kavramlarını açıklar mısınız? Her zeki insan yetenekli midir ya da yetenekli insanlar zeki midir?

 Zekâ ve yetenek kavramları birbirinin içerisinde olan şeyler. Birbirlerini bütünlerler. Yeteneği kocaman bir yelpaze olarak düşünün. Zekâ da bunun içinde. Yeteneklerin büyük bir kısmında ortalamamın üstünde olup kendine odaklama, vazgeçmeme, yaratıcı ürün vermeyi gerektiren üç boyutlu bir yapı. Bunun sayısı az. Yeteneğin sayısı çoktur. Hepimizde yetenek var. Hepimizin diğerinden farklı yaptığımız bir yanımız var. Ama üstün yetenekli, üstün özel yetenekli, psiko motor alanda yetenekli olan çocuklar, liderlik özelliği yüksek olan çocuklar var. Bir de bunların hepsi olup artı olarak yaratıcı ürün yapan ve vazgeçmeyen çocuklar var. Örneğin Thomas Edison ampulü bulmak için bin kere denemiş bin bir de bulmuş. Bu kişilere üstün zekâlı diyoruz. Hatta bunun biraz üstü dâhiliktir. Dahi her kuşakta bir tane bulunan ve milyonda bir rastlanan bir özelliktir.

Biz maalesef dâhimiz olan Atatürk’ü yerden yere çalmakla meşgulüz. Atatürk’ümüzün zekâsını, dehasını kabul etmek zorundayız. Onun sayesinde şu an kulluktan vatandaşlığa terfi ettik. Bunu unutmamalıyız.

 -Zekâ gelişimi tek başına bir önem taşıyor mu? Zekâ ve sosyal iletişim arasındaki denge nasıl kurulmalı?

 Tek başına zekâ olmuyor. Çevre ve aile önemlidir. İkisinin birbiriyle etkileşimi özellikle. Ayrıca içinde bulundukları ortam önemli. Tek yönlü zekânın hiçbir önemi yok.

Zekâ ve Yetenek Kongresi’nde Prof.Dr. Ferhunde Öktem’in söylediği bir cümle vardı; “Üstün zekânın peşine düşmeyin mutlu zekânın peşine düşün”. Bu mutlu zekâ betimlemesi çok hoşuma gitti. Çünkü gelişimin bütün alanlarını geliştirmemiz lazım. Sosyal iletişimde çok iyi olmalı, duygusal yandan özgüveni gelişmiş olmalı, psiko motor beceriler ve bilinçsel alanda. Bunları dengeli hale getirecek bireyler yetiştirmek hedef olmalıdır.

 – Günümüzde zekâ testlerinin güvenirliği sorgulanıyor… IQ testinin yanı sıra duygusal zekâ testleri de var… Zekâ testlerine ilişkin bilgi verir misiniz?

 Evet, zekâ testlerinin güvenirliği sorgulanıyor. Çünkü zekâ testleri önüne gelenin uyguladığı bir ölçek haline geldi. Zekâ testi geliştirmek çok zor. Belli bir kuramınızın olması ve o kurama dayalı olarak bir şeyler geliştirmeniz gerekiyor. Ehil insanlar tarafından uygun ortamlarda ve sürede zekâ testleri yapılmalıdır. Pahalı ve bireysel bir ölçümdür.

Grup testleri vardır. Bunlar tarama için yapılır. Zekâ bölümü ağırlıklı olarak yapılan testler de vardır ve bunlar isebir sayı verir. Bu sayı çocuğun nasıl öğrendiğini, gelişim alanlarındaki durumunu çok fazla vermemekle beraber alt testleri vardır. Sözel alan, performans alanı gibi. Bu alanların iyi yorumlanması gerekiyor. İki satır değil de koca bir kitapçık şeklinde çocuğun bütün performansının yorumlanabilmesi lazım ve ona göre bir şeylerin söylenmesi gerekiyor. Örneğin 139 ise çocuğunuzun zekâ düzeyi bunun alt sınırı alınmalı.

Türkiye’de 130 üstü alınıyor üst sınır olarak. İstatistiksel olarak 130’un alt sınırı 129,5’tur. Üst sınırı da 130,5’tur. 130 sayısının aralığı, 129,5-130,5 arasıdır. Siz 130’u alırsanız 129 puanlı çocuğu da normal sınıfına koyarsanız 129’un üst puanı 129,5’tur. Öbürünün alt puanı ile çakışır. Yarım puandan az bir şey ile siz bir grup çocuğa bir etiket koyuyorsunuz. Öbür gruba da başka bir etiket koyuyorsunuz.

Benim doktora tezim şuydu; Fen Lisesi’ni kazanan 286 çocuk ile kazanamayan 360 çocuğu takip ettim. Üst puanda ve alt puanda kaybedenler sıralamada kazananlarla çok farklı değildi. Dolayısıyla zekâ puanı eğitimciler için bir şey ifade etmiyor. Anne babalara etiket açısından bir şeyler ifade ediyor sadece.

“Çocuğun zekâsı ölçülebilir” buna itirazım yok. Bunun yanında çocuğun diğer gelişim yanları da ele alınmalı. Çocuk bütün olarak değerlendirilmeli. Biz daha çok eğitim ağırlıklı gidiyoruz. Burada bir zekâ testi, ölçme yapmıyorum. Zekâ testi ile bir çocuğun değerlendirilmesini çok uygun bulmuyorum. Çünkü bir sayı veriyor size ve bu sayının hiçbir anlamı yok. Bir veli çocuğa test uygulatmış ve 165 puanı çıkmış. Diğer velinin çocuğunun zekâ testi, 185. Uçuk rakamlar bunlar. Çocuklar yetenekli tabii ki ancak bazı alanlarda desteklenmeleri gerekiyor.

 Ortalama zekâya sahip bir insanın zekâ seviyesi kaç olmalıdır?

Toplumda zekânın dağılımı, normal dağılım gösterir. Toplumun yüzde 68’i, ortalama zekâdadır. Artı ve eksi standart sapma arasındayız. Ortalama zekâdayız. Ortalama zekâyı, 100 kabul ederseniz 90-100-110 arası ortalama zekâ olarak kabul edilebilir. Bu ortalama aynı ölçek açısından 1950’te doğruydu. O ölçeği şimdi uygulasanız bunun sağa doğru eğildiğini göreceksiniz. Ortalama zekâ 100’den 110’a kaydı. Neden? Çünkü 20-30 yıl önceki bilgi ile şimdiki bilgi arasında çok fark var. Girdiler çok farklı. Ne kadar girdi fazla olursa ölçümlerinizdeki vermiş olduğunuz yaklaşımlar değişir.

Ortalama zekâ, gruba göre fark eder, sosyal çevreye göre fark eder. Doktora tezimi yaparken ortalama 120’yi almıştım. 120’de olan çocukların üst-orta-alt sosyo ekonomik düzey. Alt sosyo ekonomikte 120 bulamadım. Ortada çok az buldum. Üst de ise çok az buldum. Temsil etmiyordu. Bunun üzerine istatistikçilerle düşündük ne yapalım diye. Her grubun üst yüzde 10’unu alalım dediler. Her grubun üst yüzde 10’unu karşılaştırdık zekâ bölümünü bir tarafa koyarak. Fiziksel ve sosyal gelişim açısından karşılaştırdık. Üstü alınca üst tarafta 120, ortada 110, altta ise 90 gittik. 120 üst grubun, 110 orta grubun, 90 ise alt grubun üstüydü. Onun için ortama ve gruba göre ortalama değişir.

 Ortalama bir insanın zekâ seviyesi ne olmalıdır? Beynimizin ön tarafındaki frontal lob’un (beynimizi oluşturan dört ana lob’dan biri) gelmiş olması lazım. Yani bizim insansı varlıklardan insan varlığına dönüşmemiz için frontol lobumuzu geliştirmemiz gerekiyor. Frontol lob yargılama, sentezleme, analiz, eleştirmedir. Bunu siz okul sisteminden alırsanız frontol lobu gelişmemiş insansılar yetişir. Bu sistem ile birkaç tane yetişen üstün zekâlılar toplumda da kalmıyor. Beyin göçü olarak gidiyorlar. Bu konuda Türkiye en fazla kaybeden ülkelerden birisi. Ortalama zekâ derken şunu sormalıyız;  nerenin ortalama zekâsı? Bu toplumdan topluma değişir. Ortalama dediğimiz şey yargılama yapmasını bilen, kendine yeterli olan, mutlu olmayı bilen, dürüstçe para kazanabilen kişiler olması gerekiyor.

 – Hangi zekâ seviyesi kişinin toplumsal/sosyal konumunda nasıl bir önem taşıyor?

 Zekâ seviyesinden çok bizde çocukların akademik becerilerinin yüksek olup üniversiteye girmelerini bekliyoruz. Çocuk doğduğu andan itibaren ona beklentiler yüklüyoruz. Örneğin Ferhat Göçer’i doktor olarak kimse bilmiyordu. Ama şu an müzisyen olarak onu herkes biliyor. O daha yolun başında konservatuarlarda okuyup, sesini daha iyi geliştirebilseydi dünya çapında bir tenor olarak çıkabilirdi.

Derler ki tıp fakültesinden her şey çıkar arada bir doktor çıkar diye. İlla çocuklar doktor, mühendis mi olmalılar? Aileler kendi geleceklerini de garanti almak istiyorlar aslında. Onun için iyi para getiren meslekleri yönlendiren zekâ hangisi ise toplumda o kabul görüyor. Ailelerin en büyük endişesi çocuğun hayatını nasıl idame ettireceği konusu. Eğer mutluysa limon satsın… Bunun yaratıcı noktasını bulabilir. Biraz çocukları rahat bırakalım. Çocukların 7/24 her şeyini planlıyoruz. Buna hakkımız yok.

Hangi zekâ popüler? Yükseköğrenime götüren, iyi bir meslek edinmesini sağlayan zekâ gündemde.

TEOK sınavında yüksek puan alsın, ÖSYM’de birinci aşamayı ve LYS’yi geçsin, LYS’de iyi bir puanla bir yeri tuttursun ve mezun olsun. Sınav kapılarını görmüyor musunuz hepsinde analar-babalar sınava giriyor.

Benim için bütün zekâ önemlidir. Müzik, resim, spor hepsi güzel benim için. Neden uluslararası alanlarda bizi temsil eden kişiler yok? Neden toplum olarak bilimin söylediği şeyleri dikkate almıyoruz? Neden bilim bu kadar dışlandı? Onun için en popüler olan neyse onu yapıyoruz. Zekâ bir bütündür ve onun hangi yönünü kullandığımız çok önemlidir.

– Sizce iyi bir insan mı olmak daha önemli yoksa zeki bir insan olmak mı? Duygusal ve mantıksal zekâmızı nasıl dengeleyebiliriz?

 Zeki bir insan olmak değil mutlu zekâya sahip insan olmak daha önemlidir. Mutlu zekâ önemli.

 -Son olarak, uluslararası arenada rekabet edebilirlik açısından doğru bilgiye ulaşmak kadar bilgiyi üretmekte önemli. Sadece bilgiyi kullanan ve tüketen değil, yeni bilgi üreten ve teknikler geliştiren bir ülke haline gelebilmek için neler yapmalıyız?

 Yeteneğe önem vermemiz gerekiyor. Yeteneğin gelişeceği imkânları tanımamız lazım. 1992’de Bill Clinton ulusa sesleniş konuşmasında şöyle dedi; “Dünya hükümdarlığına ve liderliğe devam etmek istiyorsak bizim yaratıcı çocuklar yetiştirmemiz lazım” dedi. Eğitimi hedef gösterdi. Amerika yetişmiş insan gücüne çok önem veriyor ve yatırım yapıyor. Gençlerimizin büyük bir kısmı burada yetişiyor ancak Amerika gibi ülkelere gitmek istiyor.

Rekabetçi olabilmeniz için bilime önem vermeniz ve yaratıcı bireyler yetiştirmeniz lazım. Yeteneği ön planda tutmanız gerekiyor. Sıradan kişi değil farklı kişilerin farklılıklarına hürmet ederek, ötekileştirmeden bir bütün halinde hep birlikte yetiştirmeniz lazım. Yoksa olmaz… Tüketim toplumundan bir adım öteye geçemeyiz.

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir