Kültür ve Bebeklik Döneminde Gelişim

KÜLTÜR VE BEBEKLİK DÖNEMİNDE GELİŞİM

1. GİRİŞ

Kültürlerarası ya da interkültürel çalışmalar farklı kültürler arasındaki etkileşimleri, benzerlikleri, farklılıkları ve aralarındaki ilişkiyi inceleyen, kültürler arasında iletişim ve iş birliğini geliştirmeyi amaçlayan multidisipliner bir alandır. İnterkültürel çalışmalar, farklı kültürlerde doğup büyüyen insanların davranışlarını ve zihinsel süreçlerini inceleyerek, kültürün insanların psikolojik deneyimlerini nasıl etkilediğini ve bu etkilere verdiği tepkileri anlamaya çalışmaktadır. Farklı kültürler arasındaki iletişim süreçlerini incelemek, dilin ve sembollerin nasıl anlaşıldığını ve yanlış anlamalardan nasıl kaçınılacağını araştırmak kültürlerarası çalışmaların konuları içinde yer almaktadır.

Farklı kültürlerden gelen insanlar arasında eğitim ve öğretim süreçlerini geliştirerek ortak bir kazanım bulmak, öğrencilerin kültürler arası duyarlılık kazanmalarını teşvik etmek ve göçmenlerin, mültecilerin, azınlıkların kimlik oluşturma süreçlerini incelemek, kültürel çeşitliliğin toplumsal ve bireysel kimliklere etkisini anlamak interkültürel çalışmaların kapsamı içinde yer almaktadır. Bu nedenle, gelişimin kültürel bağlam içinde incelenmesi, genişletilmesi, büyüme ve gelişim süreçlerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur (Sop ve Kanyılmaz Canlı,2021)

Bebeklik, insan gelişimini önemli ölçüde etkileyen belirgin bir dönemdir (Güleşen,2012). Bebeklik dönemi, gelişimdeki kritik unsurların yoğun olduğu bir dönemdir. Gelişimsel bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, bebeklik dönemi, bebekler için son derece aktif bir periyottur. Rahim dışındaki hayata uyum sağlamak gibi biyolojik hassasiyeti aşmanın ötesinde, bebekler sadece birkaç ay içinde bir dizi yetenek kazanmak zorundadırlar. Bunlar arasında beslenme becerilerini geliştirmek, bakıcılarıyla uyumlu uyku ve uyanıklık düzenleri oluşturmak, onlara bakım verenlerle temel ve güçlü bağlar kurmak, çevrelerini anlamalarını, öğrenmelerini, hatırlamalarını, düşünmelerini ve karar vermelerini sağlayan nesneler ve deneyimler için zihinsel şekiller oluşturmak ve bakım çevrelerinden gelen duyusal girdilere nasıl tepki vereceklerini düzenlemeyi öğrenmek bulunur. Bebeklerin uyarılma düzeyleri desteklendiğinde gelişimin işleyiş boyutu devreye girer (Harkness vd., 2007).

Her doğan bebek, kendi kültürel dünyasında gözlerini dünyaya açar. Bu kültürel dünya, bebeklerin ailelerinin, toplumlarının ve kültürlerinin bir parçası olduğu gerçeğini gösterir. Kültürel çevre, bebeklerin yaşamlarını birçok yönden etkileyen ve onların kimliklerini şekillendiren önemli bir faktördür. Bireylerin kişilik oluşumları doğumdan başlayarak tüm yaşamları süresince toplumsal etkileşimleriyle şekillenir. Bebeğin doğduğu ailenin sosyokültürel yapısı ve ebeveynlerinin sahip olduğu değer ve inançların çocuk yetiştirme üzerinde önemli bir etkisi olduğu bilinmektedir. Ebeveynlerin ya da bebeğe bakım veren kişilerin gösterdiği tutumların farklı toplumlarda değişik tutumlar içermesi sahip olunan kültürel değerlerin farklı oluşuyla açıklanabilir (Şanlı ve Öztürk,2015).

Her coğrafyanın ve her ülkenin kendi benzersiz ebeveynlik kültürü ve uygulamaları vardır. Asya kültüründe anne ve bebek ilişkisinde sözlü iletişim ağır basarken aynı zamanda bu annelerin bebeklerine karşı yoğun koruma ve kontrol eğilimlerinin de olduğu görülmektedir (Aksoy,2005). Ortadoğu ülkelerinden Ürdün’de çocuğun beslenme, tedavi ve bakım hakkındaki kararları kadınlar tarafından verilmektedir ve çocuk bakımında erkeklerin önemli herhangi bir rolü bulunmamaktadır. Kadınlar arasında da otorite sahibi ailenin en yaşlısıdır ve genellikle bu kişi kayınvalide olmaktadır. Bebeğin yetiştirilmesi üzerinde anneden çok kayınvalide etkili olmaktadır (Aksoy ve Gür, 2008). İskandinav ülkelerine bakıldığında ise çocuk yetiştirmenin anne-baba ve devlet tarafından ortak sorumluluklar taşıdığı görülmektedir (Işıkçı ve Dirikoç, 2020). Güney Afrika’da ise otorite olarak baba kabullenilir ve rol model olarak baba alınır (Fazel, 2017).

Her coğrafyanın kendine has olan kültürleri çocukların fiziksel gelişimleri üzerinde de etkilidir. Çin’de 1912 yılında yasaklanan bir geleneğe göre, küçük yaşta kız çocuklarının ayak kemikleri kırılıyordu ve çok küçük ayakkabılar giydiriliyordu. Lotus ayak yöntemi denen bu geleneğe göre bireylerde kültür nedeniyle fiziksel gelişim sorunları yaşanıyordu (Özgül, 2005).

2. KÜLTÜR VE FİZİKSEL GELİŞİM

2.1. Bebeklikte Fiziksel Büyüme

Fiziksel gelişim, dokuların oluşumu, gövdenin büyümesi, kas gücü ve kontrolünün artışı, oral motor becerileri, sosyal ilişkiler, düşünce gelişimi, dil gelişimi, kişilik oluşumu gibi fiziksel değişimler ve psikomotor becerilerindeki gelişmelerin bütünü olarak tanımlanır (Arıkan ve ark. 2019).

Çocukların fiziksel gelişimlerini takip etmek için, büyümelerinin değerlendirilmesinde karşılaştırma yapılmalı ve bu karşılaştırma da belli standartlara sahip olmalıdır. Aynı yaştaki ve cinsteki çok sayıdaki çocuktan elde edilen verilerle elde edilen persentil eğrileri bu amaçla kullanılmaktadır (İnce ve ark.2011). Neyzi ve ark. tarafından 2008 de yapılan bir araştırmaya göre ilk altı aylık periyotta ülkemizdeki bebeklerin vücut ağırlığının Amerika’da doğan bebeklerle kıyaslandığında daha fazla ağırlığa sahip olduğu saptanmıştır ve bu durum Türk denek grubunda tek başına anne sütü ile beslenen bebek oranının daha yüksek olmasıyla açıklanmıştır (Neyzi ve ark.2008).

Bebeklerin fiziksel gelişimlerini ölçmek için kullanılan bir diğer yöntem, T. Berry Brazelton tarafından geliştirilen “Yeni Doğmuş Bebekler İçin Davranışsal Değerlendirme Ölçeği / NBAS’tır.” NBAS, yenidoğan bebeklerin tepkilerini değerlendirmek için kullanılan bir ölçektir. NBAS, bebeğin fiziksel durumu, refleksleri, uyku-uyanıklık döngüleri, seslere ve görsel hareketlere tepkileri, kas tonusu, sakinlik ve hareketlik gibi bir dizi davranışsal özellikleri değerlendirmek için kullanılır. Ayrıca NBAS bebeğin anne ve baba ile etkileşimini ve duygusal tepkilerini de değerlendirebilir (Brazilton ve Nugent, 1995).

NBAS değerlendirmesine bakıldığında, ABD’deki beyaz ırka mensup bebeklere kıyasla Asya kökenli bebeklerin ve Kızılderili bebeklerin daha sakin yapıda oldukları görülmektedir. Asya ve Kızılderili kökenli bebeklerin anneleri, bebeklerde huzursuzluk belirtilerini gördüklerinde emzirerek ve kucaklayarak bebekleri sakinleştirme yolunu seçmektedirler ( Muret-Wagstaff ve Moore,1989).Afrika kıtası ülkelerinden Zambia’da bebeklerin yeterince beslenememesi sonucu düşük olan NBAS puanlarının annelerinin bakımı sonucu arttığı görülmüştür. Zambia kültüründe annelerin bebeklerini sırtlarında taşımaları, bebeklerin fiziksel temasını ve duyusal uyarımla rahatlatılmasını sağlayan bir yöntemdir. Bu yöntemle yeni doğan bebekler bir haftalık olduklarında uyaranlara daha çok tepki vermeye başlamaktadırlar (Tronick ve ark., 1971).

Kolombia’nın başkenti Bogota’da geliştirilen Kanguru bakımında ise bebeğin elbiseleri çıkarılır ve sadece beziyle annenin göğsüne dik olarak yerleştirilir, bebeğin teninin anne teniyle temasının sağlandığı bir yöntemdir. Yapılan araştırmalar sonucu, kanguru bakımının anne ile bebeğin etkileşimini olumlu yönde etkilediği, bebeklerin fiziksel gelişimi ve davranışları üzerinde de pozitif etkisi olduğu görülmektedir. (Çetinkaya ve Ertem 2017).

Fiziksel gelişimleri ölçmek için kullanılan yöntemlerden bir diğeri, çocukların büyüme ve gelişme süreçlerini izlemek ve herhangi bir gecikme veya hızlı büyüme belirtisini tespit etmek için kullanılan iskelet yaşı yöntemidir. İskelet yaşı radyolojik inceleme veya el bileğinin röntgeni ile belirlenir. Amerika’da yaşayan, Amerikalı ve Afrikalı çocuklar iskelet yaşı baz alınarak karşılaştırıldığında, Afrikalı çocuklarda Amerikalı çocuklardan biraz daha ileride olma eğilimi gözlenirken kız çocuklarının erkeklerden daha ileri olduğu görüldü (Berk,2018). Her kültürün ve coğrafyanın genetik özellikleri farklılık gösterdiğinden farklı kültürler için farklı standartlara gerek duyulmaktadır. Avrupa ve Amerika kökenli bebeklerin, Malezya, Endonezya, Tayland, Singapur gibi Güneydoğu Asya kökenli bebeklerden ortalama olarak daha uzun oldukları bilinmektedir (Trawick-Smith, 2013).

Gelişim psikoloğu Mary D. Salter Ainsworth’un 1954-1955 yılları arasında Uganda’da gerçekleştirdiği araştırma projesine göre; Ugandalı bebeklerin ilk iki yılında Avrupalı bebeklerle kıyaslandığında gelişim safhalarının her kategorisinde erken olgunlaşma bulgularının varlığı gözlenmektedir. Avrupa coğrafyasında Avrupa kültürüyle yetişen bebeklerin, Uganda kültürüyle yetişen bebeklere kıyasla motor becerilerinin Ugandalı bebeklerin bir iki ay gerisinde olduğu belirlendi. Ugandalı bebeklerin gelişimlerinde ileri olması, anneleriyle fiziksel ilişki yoğunluğuna, istedikleri zaman emzirilmelerine, annelerinin sırtında taşınmalarıyla birlikte boyun kaslarının daha erken gelişmesine bağlandı (Ainswort, 1967).

Fiziksel büyüme ve gelişme gibi motor becerilerinin gelişimi de doğum öncesi dönemle başlayıp ömür boyu devam etmektedir. Doğum öncesi dönem, bireyin yaşamındaki temel gelişim süreçlerinden birini oluşturur ve fiziksel büyüme ile motor becerilerinin temellerinin atıldığı bir evreyi işaret eder.

2.2. Bebeklikte Motor Gelişim

Motor gelişim, bebeğin doğduğu andan itibaren yaşam döngüsü süresince fiziksel büyümeyle birlikte merkezi sinir sisteminin gelişmesine paralel olarak hareket kazanımı ve çevre koşullarının etkileşimiyle motor becerilerdeki değişim olarak tanımlanmaktadır (Gallahue ve ark., 2014a). Bebeklerde hareketin gelişimi, başlangıçta reflekslerle başlar ve zaman içinde motor becerisi üst düzeyde kontrol yeteneği yetileriyle gelişir (Dereobalı ve Çandır, 2021).

Bebeklerin erken dönemlerinde uygun malzemelerle yönlendirilmeleri farklı uyarıcılara maruz kalmaları ve deneyimler kazanmaları, sinir sisteminin gelişimini teşvik eder. Bu durum da bireyin motor yeteneklerini geliştirebilir (Avcı ve ark, 2008). Tablo 1’de bebeklik döneminin fiziksel gelişim basamakları özetlenmiştir (URL-1).

Tablo 1. Bebeklik Dönemi Fiziksel Gelişim

Bebeklerin motor gelişimindeki kilit noktaları yaşanılan coğrafya ve kültürlere göre zaman açısından farklılık gösterebilir. Bebekler için dokuz aylık olduklarında çevredeki eşyalardan destek olarak ve onları kullanarak yürüme motor gelişiminin önemli kilit noktalarından biridir. Angulo Barroso ve arkadaşları “Kültürel farklılıklar ve demir durumuna bağlı olarak 9 aylık bebeklerde motor gelişim (Motor development in 9-month-old infants in relation to cultural differences and iron status,2011) adlı çalışmalarında Çin(Asya), Gana (Afrika) ve Amerikalı 9 aylık 209 bebeğin ince ve kaba motor gelişimini incelediklerinde Ganalı bebeklerin  kaba motor gelişiminde ve ince motor uzanma ve kavrama görevlerinin çoğunda Amerikalı ve Çinli bebeklere oranla daha erken gelişim gösterdiğini belirttiler (Angulo-Barosso ve ark., 2011).

Bali kültüründeki insanlar reenkarnasyon inancını taşırlar. Bu inanca göre bebeklerin doğduğu atalarının ruhunu taşıdığına inanılır. Bali’de bebeklerin doğumundan sonraki ilk 210 gün boyunca yerle (toprakla) temas ettirilmemesi, bu dönemdeki bebeklerin “insan” olarak kabul edilmediğini gösterir (URL-2). Bebekler bu süre boyunca anne ya da ailenin bir ferdi tarafından taşınır. Mead ve Macgregor Büyüme ve kültür: Balili çocukluğun fotografik bir çalışması adlı makalelerinde aynı yaştaki Balili bebeklerle Amerikalı bebekler kıyaslandığında, Amerikalı bebeklerin daha aktif olduğuna dikkat çekmektedirler (Mead ve Macgregor 1951).

Bir kültürde normal”sayılan özellikler, farklı toplumlar arasında değişebilir. Bu nedenle çocuğun gelişimi ve büyüme programları, kültürel bağlam ve faktörlere göre göz önünde bulundurularak ele alınmalıdır. Kültür, din, tarih ve toplumsal yapı, bir ülkedeki çocuk yetiştirme şekilleri üzerinde etkilidir.

İran’da, bir yaşındaki çocukların çoğunun yardım almadan kendi başına oturamadığı ve üç yaşındaki birçok çocuğun henüz yürüyemediği bir yetimler yurdunda (Gander ve Gardiner, 1993) araştırma yapan Dennis (1960), bu çocukların günün büyük bir bölümünü yataklarında sırtüstü yatarak kendi kendilerine hareket edemeyecek konuma geldiklerini gözlemlemiştir. Bu çocuklar hareket etmeye başladıklarında ise oturarak hareket etmeyi emeklemeye tercih ettikleri görülmüştür (Berk, 2018).

İskandinav kültüründe anneler çocuklarını kışın soğuk havada puset içinde açık havada uyutmayı tercih ederken, Japon anneler bebeklerini belli bir uyku düzenine sokmaktan kaçınarak her nerede bulunuyorlarsa orada uyutmaktadırlar (Gros-Loh, 2020).
Güney Meksika ve Kenya ‘da ebeveynler yaşadıkları çevrede yakılan ateşin yürümeye yeni başlayan çocuklar açısından tehlikeli olacağını düşündüklerinden bilinçli olarak motor gelişimlerini yavaşlatmayı tercih etmektedirler. Levine (1996) Kenya’nın Kipsigiz ebeveyn bebek ilişkilerini incelediğinde bebeklerin yaralanma risklerinin yüksek olduğu yürümeye başlama döneminde ebeveynlerin bebekleri sırtlarında taşımaya başladıklarını gözlemledi. Kipsigizli ebeveynlerin toprağa çukur kazıp etrafını battaniyeler ile sardıktan sonra bebekleri destekleyerek çukurun içine oturtmaları ise bu bebeklerin yaşıt Amerikalı bebeklere kıyasla daha erken oturmaya yeteneği kazanmalarını sağlamaktadır. (Aslan ve ark, 2021)

Santos ve arkadaşlarının Motor Development During the First Year: A Comparative Study (İlk yıl motor gelişimi: karşılaştırmalı bir çalışma, 2001) gerçekleştirdiği çalışmada; Brezilyalı bebeklerin yaşam döngüsündeki ilk 1 yıl motor gelişimleri incelenerek, Kuzey Amerika normu olan Bayley Bebek Gelişim Ölçeği ile karşılaştırıldı. Analizler sonucunda 12 aylık değerlendirmede Brezilyalı bebeklerin puanlarında yaşla birlikte artış olduğu görüldü. En hızlı artışın ilk 8 ayda gerçekleştiği belirtildi. Amerikalı bebeklerle kıyaslandığında ise, Brezilyalı bebekler 3,4 ve 5. aylarda daha düşük puan aldılar. Bu farkın oturma ve kavrama görevlerinde olduğu belirlendi (Santos ve ark. 2001).
Bebeğin sahip olduğu kalıtsal özellikler nasıl bebeklerin birbirinden farklı olmasına neden oluyorsa, bebeklerin bakım şekilleri de bu farklılıkların artmasına ya da azalmasına etki etmektedir. Bebek bakım yöntemlerindeki kültürel farklılıklara dayanan birbirinden değişik bakım ve yetiştirme yollarına dikkat edilince, bu yöntemlerin bir kısmının yaş itibari ile bebeklerin ihtiyaç duyduğu gereksinimleri karşıladığı, bazı yöntemlerin de bebeklerin gereksinimlerini karşılayamayarak gelişimlerini engellendiği görülmektedir.

2.3. Bebeklikte Duyu ve Algı Gelişimi

Çevreden gelen verilerin beş duyu organıyla etkileşime girmesi sonucu duyu ortaya çıkar. Algılama, duyular aracılığıyla çevreden gelen bilgileri anlama ve yorumlandırma sürecidir. Bebeğin çevresinden gelen bilgileri algılama süreci anne karnında başlar.

2.3.1. İşitme

Günümüzde yapılan araştırmalar, fetüsün anne karnında uyaranları algılama ve işleme yeteneğinin annenin 26. gebelik haftasından itibaren gelişmeye başladığını göstermektedir. Bu dönemde fetüsün işitme yeteneği belirgin şekilde gelişir (Lubbe 2007). Anne karnındaki bebeklerin konuşmaları ve ses tanımalarının desteklenmesi için annelerin hamilelik döneminde bebekleriyle konuşmaları, şarkı söylemeleri ve duygusal bağ kurmaları önerilir. Bu, bebeğin duyusal ve duygusal gelişimine katkı sağlar ve anne-bebek ilişkisini güçlendirir (Güneş, 2010).

Bebekler doğduktan sonra seslerin geldiği yönü bulma, sesin sahibini tahmin etme ve sesler arasında tercih yapma gibi özellikleri yaklaşık beş aylıkken kazanır. Yapılan bir araştırmaya göre, Afrika kökenli Amerikalı bebeklerle Porto Rikolu bebekler kıyaslandığında sesin kaynağını bulma konusunda Porto Rikolu bebeklerin daha aktif ve başarılı oldukları belirlenmiştir. Araştırma sonucunda Porta Rikolu bebeklerin bu başarısı kalıtım ve toplumsal değer öğelerine bağlanmıştır (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

2.3.2. Görme

Yapılan araştırmalarda bir bebeğin gözlerini dünyaya açtığında gözün bazı bölümleri henüz yeteri kadar gelişim göstermediği için ancak kendi yüzünden 18cm ile 40 cm uzaklıkta bulunan bir cismi rahatlıkla net bir şekilde görebildiği belirlenmiştir. Bebeklerin görme yetenekleri çevreden de aldıkları uyaranların etkisiyle doğumdan itibaren hızlıca gelişmeye başlar ve bebekler bir yaşına geldiğinde yetişkin bir insanla aynı görme seviyesine ulaşır (Trawick ve Smith, 2017).
Bebeklerin görsel izleme yeteneklerinin de kültürden kültüre değiştiği bilinmektedir. Porta Riko da aile yapısı genellikle geniş ailelerden oluşur ve bunun da bebeklerin görsel izleme yeteneklerinin gelişmesinde kalıtsal özelliklerinin yanında etkili olduğu gözlenmiştir (Game ve ark. 2004).

2.3.3. Tat ve Koku Alma

Yapılan araştırmalarda elde edilen bulgulara göre bebeğin tat alma ve koku işlevlerinin hamileliğin 12.haftasında başladığı görülmektedir (Bremner ve Spence, 2017). Bebeğin doğum sonrası anneyi tanımasında koku ve tat duyularının da etkisinin olduğu belirtilmektedir (Bloomfield ve ark., 2017).

Yapılan bir araştırmada, bir grup annenin hamileliklerinin son iki haftasında anason tüketmeleri sağlanmış, diğer grupta yer alan annelerin ise anason tüketmemeleri istenmiştir. Her iki deney grubunda yer alan bebeklere doğumdan hemen sonra ve doğumun 4. günlerinde anason koklatılarak tepkileri gözlenmiştir. Anason tüketen annelerin bebekleri anason koklatıldığında kokuya doğru yönelim gösterirken, anason tüketmeyen annelerin bebeklerinin ise yüzlerini çevirdiği görülmüştür (Schaal ve ark. 2000).

2.3.4. Dokunma (Temas)

En ilkel ve en temel iletişim biçimi olarak kabul edilen dokunma ile bebeğin sosyalleşme süreci başlamaktadır. Annenin bebeği emzirmesi, kucaklaması, sallaması, bebeği öpmesi, altını temizlemesi, bebeğe masaj yapması, pışpışlayarak uyutması ya da beraber uyuması bebeğin gelişimi açısından çok önemlidir (Erkan, 2011).
Araştırmalarda kültürler arasında bebeğin birlikte uyuma sıklığında kültürel normlara göre farklılıklar bulunduğu gözlenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde anneler bebekleriyle batıdaki annelerden daha sık birlikte uyumayı tercih etmektedirler. Asya ve Afrika kıtalarında annelerin bebekle birlikte uyuma oranları Avrupa ve Amerika Kıtalarındaki annelerin bebekle uyuma oranından yüksektir. Asya ve Afrika ülkelerinde annenin bebekle uyuması doğal bir uygulama olarak kabul görmektedir. Japonya’da annenin bebekle odasını ve yatağını paylaşmasının yaygın bir gelenek olduğu görülmektedir (Seitz, 2017).

3. KÜLTÜR, BİLİŞSEL VE DİL GELİŞİMİ

3.1. Bebeklikte Bilişsel Gelişim

Bebeğin doğumuyla başlayan bilişsel gelişim süreci, bebeğin çevresinden uyarıları alması, bu uyarıları işleyerek değiştirmesi veya olduğu haliyle kabullenmesiyle birlikte bu parçaları yorumlayarak bir bütün haline getirme süreci olarak tanımlanmaktadır (Ahioğlu, 2011).
Bebeklerin çevrelerini keşfederken öğrendikleri bilgileri nasıl yapılandırdıklarını sorgulayan Piaget, bebeğin doğumla başlayan serüveninin iki yaşına kadar olan gelişim sürecini duyu-motor dönemi olarak tanımlamaktadır (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).Bilişsel gelişim dönemleri Tablo 2’de özet olarak sunulmaktadır (URL-3).

Tablo 2. Bilişsel Gelişim Dönemler

Duyu motor döneminde bebeklerden asıl beklenen nesneleri hareket ettirip inceleyerek yeni, daha zor ve karmaşık duyu-motor şemaları oluşturmalarıdır. Piaget’e göre bebeğin ilk düşünme yeteneklerinin temelini duyu motor şemaları oluşturmaktadır (Gander ve Gardiner, 1993).

Doğumla birlikte başlayan bilişsel gelişimlerin 0-2 yaş arasındaki duyu motor dönemi altı alt dönemde incelenmektedir. Tablo 3’te duyu motor döneminin alt dönemleri açıklanmaktadır (URL-4).

Tablo 3. Duyu motor dönemi alt dönemleri

Piaget yaptığı çalışmalarda, doğumdan itibaren ilk 1 aylık sürecin bebeğin refleksleriyle yaşam döngüsünü sürdürdüğünü, en çok kullandığı reflekslerin ise emme ve kavrama refleksleri olduğunu gözlemlemiştir. İkinci evre olan birinci döngüsel tepkiler bebeğin 1-4 ay arasındaki yaşam sürecini kapsar ve bebekler bu dönemde rastlantısal olarak keşfettikleri davranışları tekrarlarlar. Yine bu devre içinde bebekler vücutlarını tanımaya başlayarak kendi vücutlarını incelerler. İkinci döngüsel tepkiler üçüncü evreyi kapsayan 4-8 ay döneminde ortaya çıkar. Bu dönemde bebek rastlantısal olarak keşfettiği eylemleri başka farklı nesneler üzerinde de denemeye başlar (Torun, 2019).

Piaget, ikincil döngüsel tepkilerin koordinasyonu olan dördüncü evrenin 8-12 ay arasında yaşandığını, bu dönemde bebeklerin görmedikleri veya duymadıkları nesnelerin var olduğuna dair algılarının geliştiğini ifade eder. Bu dönem nesnelerin sürekliliğinin geliştiği evredir (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021). Üçüncü döngüsel tepkilerin yaşandığı 12-18 ay döneminde bebek yeni şemalar geliştirerek daha üst bilişsel ve koordinasyonlu işlemler yapar. Bu dönemde bebek annesinin yanından ayrıldığında annesinin ortadan kaybolmadığını ve annesinin hala var olduğunu anlamaya başlar. Piaget, bu dönemin sonlarında bebeğin yeni şemaları, deneme yanılma yoluyla oluşturarak davranışlarının farkına vardığını ve bir amaç içerdiğini belirtmektedir. Bebeğin 18-24 aylarını kapsayan zihinsel temsiller dönemi ise bebeğin analitik düşünme ile problem çözmeye başladığı dönemdir (Torun, 2019).

Farklı coğrafyalara ait kültürler incelendiğinde bebeklerin Piaget’in açıkladığı bu aşamalardan geçtikleri görülmektedir. Bir araştırmada, Avrupa kökenli Amerikalı bebekler, Guatemalalı bebeklerle nesne performansı üzerinden karşılaştırılarak ve bu iki gruba ait bebeklerin bilişsel yeteneklerinin uyumlu olduğu gözlendi (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

3.1.1. Bilişsel Gelişimde Kültürel Farklılıklar

Literatüre baktığımızda bilişsel gelişim ve kültür kavramını içeren birçok çalışma olmasına rağmen bu çalışmaların büyük bir kısmının Piaget’in teorisinin doğruluğu üzerinde tartışmalar içeren çalışmalar olduğunu görmekteyiz. Bebeğin bulunduğu ve yetiştiği yerin kültürel ortamı ve kullandığı dilin görünmezden gelindiği bu çalışmalarda genellikle standart testlerin kullanılması bu çalışmaların geçerliliğini sorgulamaktadır (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Super, “Motor Gelişimi Üzerindeki Çevresel Etkiler: ‘Afrika Bebeklerinin Erken Gelişmesi’ Örneği (Environmental Effects on Motor Development: the Case of ‘African Infant Precocity’,1977) araştırmasında Batı Kenya’daki annelerin çoğunun bebeklerine Amerikalı bebeklerden ileri oldukları bilişim alanları olan oturma, ayakta durma ve yürüme hareketlerini öğrettiğini ancak bebeklerin çok başarılı olmadıkları emekleme ve yuvarlanma hareketlerini ise annelerin küçük bir kesimi tarafından öğretildiğini gözlemledi (Super, 1976).
Konner (2007) Güney Afrika’da Botsvana’da yaptığı bir araştırmaya dayanarak, yerel halklardan olan Kung bebeklerinin Avrupa -Amerikalı aynı yaş dönemindeki bebeklerden bilişsel olarak daha yüksek düzeyde olduğunu belirtmektedir. Konner bu durumun ebeveynler arasındaki bebek bakımı uygulamalardaki farklılıklardan kaynaklandığına dikkat çekmektedir. Kung ebeveynleri, ebeveyn çocuk saati olarak günün belirli saatlerini planlamakta, bu zaman dilimi içinde bebeklerle oyunlar oynamakta ve onları bilişsel ve sosyal uyarıcılara maruz bırakmaktadırlar. Bu araştırmada görüldüğü üzere kültürler arası evebeyn bakım farklılıkları, sunulan bilişsel ve sosyal uyarıcılar bebeklerin gelişimlerinde fark yaratabilmektedir (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Krogh ve arkadaşları (2012) İlk yıl boyunca bebek gelişimindeki kültürel farklılıklar: Bayley-III tarafından değerlendirilen ve Amerikan normlarıyla karşılaştırılan Danimarkalı bebekler üzerinde bir çalışma (Cultural differences in infant development during the first year: A study of Danish infants assessed by the Bayley-III and compared to the American norms) adı altında, 45 Danimarkalı bebeğin 4,7,10 ve 13. aylarındaki bilişsel, motor ve dil puanları ile yaşıt Amerika’daki bebeklerin puanları karşılaştırıldı. Danimarkalı bebeklerin her yaş kategorisinde dil gelişimlerinde Amerikalı bebeklerin gerisinde olduğu görüldü. Bu durumun Danca dilinin zor öğrenilen bir dil olmasından kaynaklandığı belirtildi (Krog ve ark. 2021).

3.2. Bebeklik Döneminde Dil Gelişimi

Dil en basit ifade ile insanlar arasında iletişim kurmaya yarayan bir araç olarak tanımlanabilir. Kültürün en önemli aktarıcısı olan dil, ait olduğu toplumu da şekillendirir. Dil gelişimi bebeğin doğumuyla başlayan öğrenim sürecinin temelini oluşturan yapı taşlarından biridir (Karacan, E. 2000).

Bebeklerin henüz konuşmaya başlamadan önce sözcükleri anlama yetisine alıcı iletişim adı verilir. Bebeklerin konuşulanlara sesleri ile karşılık verme, kendisine söylenilenleri anlayarak buna uygun tepkiler verme alıcı iletişim kapsamında değerlendirilir (Aksoy, A, 2020).
Bebeklerde dil gelişimi araştırıldığında, dil gelişiminin kültürel, çevresel ve kalıtsal özelliklerden ne kadar etkilendiğine dair yapılan çalışmalara rastlanılmaktadır. Bu çalışmalarda bebeklerin anadilleri ve kültürleri ne kadar farklı olursa olsun benzer dil evrelerinden geçtikleri ancak bu dil evrelerine geçiş zamanlamalarında farklılar olduğu görülmektedir (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

3.2.1. Konuşma Öncesi Dönem

Bebekler yaşamlarının ikinci aylarında “a,u,o” gibi sesli harfleri çıkarmaya başlarlar, bu dönem cıvıldama dönemi olarak adlandırılır. Yaklaşık 6 aylık olan bebekler çıkardıkları sesli harflere sesiz harfler ekleyerek agulama evresine geçerler. Bababa-dedede-nanana gibi sesler çıkarırlar. Bebeklerin tüm kültürlerde genellikle aynı yaş dönemlerinde agulama eylemini gerçekleştirdikleri bilinmektedir (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021). Bu konuda yapılmış birçok çalışma bulunmaktadır.

“Bebeklerde ve küçük çocuklarda ses gelişiminin değerlendirilmesi adlı çalışmada” Nathani ve arkadaşları bebeklerin aynı zamanlarda aynı genişlikte aynı sesleri çıkardığını gözlemlediler (Nathani ve ark, 2006). Yapılan başka çalışmada ise İngiliz ve Fransız bebeklerinin ilk yıllarında çıkardıkları seslerin çok benzer olduğu ancak bir yıldan sonra farklılaşmaya başladığı belirlendi (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Bebekler büyümeyle beraber, bazı işaretler, jestler ve seslerle iletişim kurmaya çalışırlar. Birçok kültürde bebekler 1 yaşına geldiğinde kendi kültürlerine ait alkışlama, selam verme, el sallama gibi jestleri anlamaya ve uygulamaya başlarlar (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

3.2.2. Konuşma Dönemi

Dil öncesi dönem bebeklerin ilk kelimelerini söylemesiyle sona erer. 12-15 aylık olan bir bebek ilk kelimelerini söylemeye başlar. Bebeklerin anlamlı tek bir sözcükle birçok nesneyi anlatmaya çalışması morgem olarak adlandırılır. Bebekler 18-24 aylık olduklarında iki kelimeli ifadeleri kullanabilirler. Bebeklerin kelime hazineleri bu dönemde ortalama 20-30 kelime olabilir (Aksoy, A 2020).

Yapılan araştırmalar, bebeklerin ilk kelimelerinin içinde bulundukları kültürel ortamdan etkilendiklerini göstermektedir. Çocuğun yetiştiği ailede hangi dil kullanılıyorsa, çocuğun ilk kelimeleri de o dile ait olmaktadır. Avrupalı anneler çocuklarıyla iletişimlerinde daha çok varlıkların adını kullanırken, çocuklarıyla oynadıkları oyunlarda çocukların nesnelerin isimlerini bilip bilmediklerini test ederler (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021). Japon anneleri kendi kültürlerinde büyük önemi olan ve anlamı bir kişinin mevcut şartları da dahil olmak üzere bir başkasının duygularını, yaşadıklarını düşünme ve hayal etme duyarlılığı (Hara, 2006) olan “omoiyari” kültürü gereğince, anne bebek oyunlarında nesneleri, bebeklerini sosyal iletişime geçirmek için araç olarak kullanır (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

“Danca ve diğer dillerde erken kelime gelişimi: CDI tabanlı bir karşılaştırma(2008)” Bless ve arkadaşları, Danimarkalı bebeklerin sözcüksel dil gelişimlerini diğer dillerdeki bebeklerin dil gelişimleriyle karşılaştırarak, Danimarka’daki bebeklerin erken dönem sözcük gelişimlerinin diğer dillerdeki dil gelişim eğilimleriyle benzerlik taşıdığını ancak Danimarkalı çocukların kelimelerin anlamını anlamada aldıkları puanların diğer çocuklardan düşük olduğunu gözlemlediler. Bless ve arkadaşları bu durumu, Danca’nın ses yapısının diğer dillerin ses yapısından zor ve karışık olmasıyla açıklamışlardır (Bleses ve ark., 2008).

4. KÜLTÜR VE SOSYAL DUYGUSAL GELİŞİM

Bebekler anne karnında anneyle, doğduktan sonra ise anne-baba ya da kendilerine bakım veren kişilerle bağ kurarlar. Bebeklerin sağlıklı duygular geliştirebilmesi için bakıcılarıyla aralarında kurduğu bağ çok önemlidir. Bebek ve bağlanma üzerine yapılan araştırmalar incelendiğinde ebeveyn ya da bakım verenlerin bebeklerin sosyal ve duygusal gelişimlerinde etkin rol oynadıkları görülmektedir (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

4.1. Bağlanma

Bağlanma, bebeğin anne-baba ya da bakım veren kişilerle olan duygusal ilişkisini ifade eder (Öztürk, 2002). Bağlanma bebeklik döneminde geliştirilir ve bireyin tüm yaşamı boyunca sosyal ilişkilerini etkiler. Bebekler genel olarak ilk anneye bağlanırlar. Bağlanmayla beraber anne çocuk sevgisi gelişirken bebeğin çevreden gelebilecek tehlikelere karşı korunma ve çevreyi güven içinde araştırma güdüleri de gerçekleşmiş olur (Mercer ve Ferketich, 1994).

0-2 yaş, bebeklik dönemi olarak tanımlanır ve bu süreç bebeğin yaşam döngüsünde fiziksel, zihinsel ve duygusal yönden en hızlı gelişim gösterdiği süreçtir. Becerileri yeterli düzeyde gelişmemiş olan bebeğin, anne-baba ya da bakım vereni ile kurduğu ilişkiler bebeğin duygusal ve zihinsel gelişimini etkiler (Tüzün ve Kemal, 2006). Bebek bakım verenine korunmak, sevilmek, rahatlatılmak gibi gereksinimlerini ifade ettiği hareket ve davranışlarda bulunarak, ebeveynlerine ihtiyaçlarını bildirir, ebeveynlerinin bebeğin gereksinimlerine yanıt vermesiyle bebeklerde güven duygusu oluşur (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

4.2. Güven ve Bağlanma

Bebeklerin doğumdan sonra hayatta kalmaları ve gelişimleri onlara bakım veren, besleyen, koruyan kişilerle aralarındaki bağlara bağlıdır. Rogoff, “the cultural nature of human development (İnsan gelişiminin kültürel doğası)” kitabında psikolojik literatür incelendiğinde konuların çoğunlukla bakıcı-çocuk ve bebek ile birincil bakıcı kabul edilen anne arasında doğuştan gelen bağlanma üzerine çalışmaların varlığından bahseder, bu çalışmaları birleşme bağlamında tanımlar (Rogoff, 2003).

Erikson, bakım veren ve bebek ilişkisinde; bakıcının bebeğe uyguladığı bakımda sürekli, aynı ve tutarlı olmasının önemine vurgu yapmaktadır. Bebeğe bakım verenin aynı kişi olması, değişmemesi, bakım anında aynı hareketleri tekrar etmesi, aynı tepkileri vermesi, bebeğin bakıcısına güven oluşturmasında önemli rol oynamaktadır. Bebeğe bakımda sürekli, tutarlı ve aynı davranılması bebekte güven, aksi durumda güvensizlik yaşaması olasılığını yükseltmektedir (Erikson, 1984).

Farklı kültür ve coğrafyalarda çocuk yetiştirme stillerinin farklı olması ebeveyn ya da bakım veren kişinin bebeğin ihtiyaçlarını karşılama duyarlılığının da farklı olmasına neden olmaktadır. Yapılan araştırmalarda, kültür farklılıklarına rağmen bebeğin beslenme, bez değiştirme, uyku gibi rutinlerinin aynı düzende seyretmesinin bebeğin yaşamını daha güvenli algılamasına neden olacağı belirtilmektedir (Öztekin, 2018).

Harlow ve öğrencileri 1958 ‘de yavru Rhesus Maymunları ile yaptıkları deneyde, bebek maymunların önlerine iki seçenek sunarak maymunlardaki temel güdüyü anlamayı amaçladılar (Tüzün ve Sayar, 2006). Bebek maymunlara telden yapılmış ancak üzerine süt konulmuş anne maketi ile kumaştan yapılmış peluş anne maketi seçenek olarak sunuldu. Bebek maymunların telden yapılan anne maketinde karınlarını doyurduktan sonra üzerinde herhangi bir yiyecek bulunmayan kumaştan yapılmış peluş anne maketine sarılarak zamanlarının çoğunu geçirdikleri gözlendi. Bebek maymunların karınlarını doyurarak fiziksel gereksinimlerini giderdiği ardından temas, sevgi ve sıcaklık ihtiyaçlarını da karşılamaya çalıştıkları görüldü (Tüzün ve Sayar, 2006).

4.3. Bağlanmanın Gelişimi

Bowlby, etolojik bağlanma teorisiyle, yeni doğan bebeğin annesi veya bakım verenine bağlılığının sadece onu beslemesiyle değil, doğuştan gelen bir ihtiyaç ve evrimsel bir tepki olduğuna vurgu yapar (Fonagy, 2001).Bowlby’e göre bu ihtiyaç, insanların avcı-toplayıcılık döneminde bebeğin ebeveynine ya da bakım verenine yakın durduğunda hayatta kalma şansının artmasıyla ilişkili olarak bebeğin biyolojik sistemine yerleşmiştir (Prior ve Glaser, 2006).

Bowlby bebeğin bağlanmasının 4 evrede gerçekleştiğini belirtilmiştir;
• Bağlanma öncesi aşama (doğumdan 6. aya kadar): Bebeğin belirli bir yetişkine bağlılığının olmadığı, yeni doğanın kişi ayırt etmeksizin ağlama, gülümseme, sesler çıkarma, yakalama, kavrama gibi davranışlarla ilgi çekmeye çalıştığı evredir.

• Bağlanmanın oluşum aşaması (2.aydan 8. Aya kadar): Bebeğin görme ve duyma duyularının gelişmesiyle bakım vereni dışındakilere farklı tepkiler verdiği aşamadır. Bakıcısına güven duymaya başlayan bebek, bakım vereninden ayrıldığında şiddetli tepkiler göstermez.

• Bağlılık aşaması (6-8 aydan 18-24 aya kadar): bu aşamada bebeğin bakım verenine bağlanması daha belirgindir. Bebek bakım vereninin yakınında durmak ister. Bebeğin, bakım vereni ile bağlanma ilişkisi belirgin bir şekilde görülürken, kardeş ve yakınlarla da bağlanma ilişkisi kurmaya başlar. Bebekler güven bağı kurdukları bakım vereni ile ayrılma kaygısı yaşayabilirler.

• Karşılıklı ilişki oluşturma aşaması (18 ay -2 yaş sonrası): Bebek başkalarının özellikle de bakım vereninin duyguları ve farklı planları olduğunu anlamaya başlar. Kendi istek ve hedeflerini de bakım verenin planlarını göz ardı etmeden şekillendirir. Bebekler bu aşamada bakım veren kişinin ayrılınca tekrar geleceğinin bilincindedirler (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

4.4. Bağlanmada Bireysel Farklılıklar

Bireysel farklılık, İnsanın sahip olduğu değişmez birçok özelliğinden sadece biri öne çıkarılarak kişinin bu özelliğiyle diğerlerinden farklı olduğunu belirtmek için kullanılan bir kavramdır. Kişilerin öğrenme hızları, şahsi tercihleri, hal hareket ve davranışları, olaylara verdiği tepkiler ve geçmişte yaşanan deneyimler birbirinden farklıdır ve bu farklılıklar bireysel farklılıklarını oluşturur. Bebeklerin ebeveynlerine ya da bakım verenlerine bağlanma stilleri de bireysel farklılıklarına göre şekillenir.
Alanyazın taramasına bakıldığında, bebek bağlanma araştırmalarının, anne ve bebek bağlanma ilişkisine yoğunlaştığı görülmektedir (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Çocukların bağlanma stillerindeki bireysel farklılıkları tespit etmek için Mary Ainsworth ve arkadaşları Bowlby’nin bağlanma modelini baz alarak, 12-24 aylık bebeklerin ebeveynleriyle kurdukları bağlanma ilişkisini değerlendirmek için “yabancı ortam” adı verilen deneysel bir işlem gerçekleştirdiler (Berk,2018). Deney sonucunda Ainsworth ve çalışma arkadaşları önce A, B, C olarak adlandırılan daha sonra Güvenli (B), Güvensiz/Kaçınan (A) ve Dirençli/Kararsız (C) olarak adlandırılan üç bebek-anne bağlanma modeli tanımladılar. Bu üç bağlanma modeline daha sonra Mary Main ve Judith Solomon tarafından Düzensiz/Dağınık (Yönelim sorunlu) dördüncü bağlanma modeli eklendi (Haroldsdottir ve ark, 2021).

4.4.1. Güvenli Bağlanma:

Çocuk güvenli bağlandıysa, annesine kolayca ulaşabileceğini ve annesinin çevresinde keşif yapmanın güvenli olduğunu düşünür. Güvensiz/Kaçınan ve Dirençli/Kararsız bebeklere nazaran annelerinin komutlarına daha olumlu cevap verirler, daha az ağladıkları görülür. Güvenli bağlanan bebekler annelerini güvenilir ve onun isteklerine cevap veren biri olduğu düşüncesini taşır (Haroldsdottir ve ark,2021). Orta Sosya-ekonomik düzeye sahip Kuzey Amerikalı ailelerin bebeklerinde yaklaşık %60 oranında bu bağlanma modeli görülür (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

4.4.2. Güvensiz/Kaçınan Bağlanma:

Güvensiz bağlanmada bebekler anneleri ayrıldığında ağlarlar ya da ağlamazlar. Anneleri yanlarından ayrıldıktan sonra geri geldiklerinde yaptıkları işe devam ederek annelerini görmezden gelirler (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Bu gruptaki anneler, bebekleri ağladığında genellikle tepkisiz kalan, bakım konusunda daha az ilgili ve daha az şefkatli annelerdir. Bebekler de annelerinin güvenli bir sığınak olmadığı fikrini taşırlar (Haroldsdottir ve ark, 2021.) Orta Sosyo- ekonomik düzeye sahip Kuzey Amerikalı ailelerin bebeklerinin %15’inde bu bağlanma modeli görülür (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

4.4.3. Dirençli/Kararsız Bağlanma:

Bebekler bu örüntüde annelerini ulaşılmaz olarak görürler. Bu nedenle de karasız davranışlar sergilerler. Annelerinden ilgi beklerlerken aynı zamanda ona kızabilirler. Annelerin bebeklere davranışları da düzensizdir. Bebek ilgi talep ettiğinde duyarsız kalıp, bebek ilgi istemediğinde ise temas sağlamaktadırlar (Haroldsdottir ve ark, 2021). Orta Sosyo-ekonomik düzeydeki Kuzey Amerikalı ailelerin bebeklerinin %10’unda dirençli/kararsız bağlanma görülür (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

4.4.4. Düzensiz/Dağınık (Yönelim sorunlu) Bağlanma:

Bu örüntüdeki çocuklar annelerinin korkak, ihmalkâr ya da korkutucu olduğunu düşünürler. Bu bağlanma, travma yaşayan ve hala o travmanın etkisinden kurtulamayan annelerin bebeklerinde görülür. Bebeklerin davranışlarının da tutarsız oluşu annelerinden korkmuş olduklarını gösterir. (Haroldsdottir ve ark, 2021.) Orta Sosyo-ekonomik düzeye sahip Kuzey Amerikalı ailelerin %15’inde bu bağlanma modeli görülmektedir (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

4.5. Bağlanmada Kültürel Farklılıklar

Kültürlerarası yapılan çalışmalar incelendiğinde farklı coğrafyalarda farklı kültürlerdeki bebeklerde farklı bağlanma modellerinin hâkim olduğu görülmektedir (Van Ijzendorn ve Kroonenberg, 1988). Şekil 1’de bağlanma örüntülerinin kültürlerarası karşılaştırılması yapılmaktadır (Sagi ve ark, 1995).

Şekil 1: Bağlanma örüntülerinin kültürlerarası karşılaştırılması

Van Ijzendorn ve Kroonenberg, (1988), “Kültürlerarası bağlanma kalıpları: Yabancı Ortamın Meta Analizi” adlı çalışmalarında Amerikalı, Alman ve Japon bebeklerinin bağlanma modellerini incelediler. Amerikalı bebeklerde %20 oranında güvensiz bağlanma görülürken, Almanya’da bu oran %35, Japonya’da ise %5 olarak belirlendi. Japon annelerinin bebeklerinde en düşük oranda güvensiz bağlanma görülürken, Alman bebeklerinin en büyük oranda güvensiz bağlandıkları tespit edildi. Güvenli bağlanma Amerikalı bebeklerde %65 iken Alman bebeklerde %60, Japon bebeklerinde ise %70 olarak gözlendi. Farklı ebeveynlik kültürlerine sahip bu ülkelerde en yüksek bağlanma oranı Japonya da görülürken, onu sırasıyla ABD ve Almanya takip etti. Dirençli bağlanma Amerikalı bebeklerde %15, Alman bebeklerde %5, Japon bebeklerde %25 olarak açıklandı. Çalışmada, Japon bebeklerinin en güvenli ama aynı zamanda en dirençli bebekler olduğu görüldü (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Kuzey Almanya’da bağlanma kalitesiyle ilgili olarak anne duyarlılığı ve yenidoğanların yönelim tepkileri (1985) çalışmasını yapan Grosmann ve arkadaşları, Kuzey Almanya’da güvensiz bağlanmanın nedenini, Alman ebeveynlerin bebekleri bağımsız olmaya teşvik etmeleri ve bireyselliğe önem vermeleri olarak açıklamaktadır (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Japon ailelerinde güvensiz bağlanma oranının az olmasının nedeni, Japon bebeklerinin bakımının ebeveynler tarafından karşılanması olarak belirtildi. Japon ebeveynler bebek bakımını kendileri üstlenir nadiren bebeğin bakımını başkasına devrederler. Japon bebeklerinde dirençli bağlanmanın yüksek olması ise; bebeğin sarılma, dikkat çekme için sergilediği davranışların ebeveyn tarafından bebeğin normal davranışı kabul edilerek bağlanma gereksinimi olarak görmemelerinden kaynaklandığı belirtildi (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Yapılan başka bir çalışmada Amerikalı bebeklerde, Japon bebeklerinden daha büyük oranda güvensiz bağlanma görülmesinin nedeni, Amerikalı ebeveynlerin bireyselliği ön planda tutan inanç ve kültür yapılarından kaynaklandığı açıklandı (Takahashi, 1990).
“Uganda Baganda’sında anne bebek arasında yüksek düzeyde olumlu etki için sosyalleşme” adlı çalışmalarında “Kilbride ve Kilbride bu topluluktaki anne-bebek ilişkisini 8 ay boyunca inceleyerek, Bagandalı annelerin bebekleri ile anne bebek ilişkisine çok önem verip onlarla özel olarak tanımladıkları zaman geçirdiklerini gözlemlediler (Kilbride ve Kilbride, 1983).

Ülkemizde de Sümer ve arkadaşları tarafından “Orta Çocuklukta Anneye Kaygılı ve Kaçınan Bağlanma: Yakın ilişkilerde Yaşantılar Envanteri-2 Orta Çocukluk Dönemi Ölçeğinin Türkçeye Uyarlanması” çalışması yapılarak, 7-11 yaşlarını kapsayan orta çocukluk döneminde ebeveynlerin güvensiz/kaçınan bağlanma davranışlarının, aile içi çatışmalara neden olduğu, çocukta kaygı seviyesini arttırdığı ve akademik başarılarını etkilediği gözlendi. Annenin güvensiz bağlanma göstermesinin babanın güvenli bağlanmasını da negatif yönde etkilediği belirlendi (Kırımer ve ark, 2014).

Bağlanma modelleri coğrafyaya, farklı kültürlere ve sosyoekonomik düzeylere bağlı olarak kültürlerarası değişiklikler gösterse de bağlanma faktörü her kültürde benzer tanımlar alır. Anne ve bebek arasındaki iletişim farklılıklar göstererek bağlanma örüntülerini etkilese de yapılan araştırmalarda araştırmaya konu olan toplumlarda güvenli bağlanma modelinin en sık görülen model olduğu belirlendi. Bebeğin anne-baba ya da bakım vereninin sahip olduğu kültür, inanç, davranış ve tutumlar bebeğin bağlanma modeli üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir (Sop ve Kanyılmaz Canlı,2021).

5. SONUÇ

Kültür insanların yaşama biçimini oluşturan, toplumun tüm bireylerinin geçmişten günümüze ortaklaşa inşa ettikleri değerlerin bütünüdür. Ebeveynler de içinde bulundukları toplumun kabul ettiği ve normal saydığı değerlerle çocuklarına davranır ve ilişkilerini bu değerler üzerinden kurarlar. Kültür, ebeveynlerin davranışlarını şekillendirdiği gibi çocuklarına karşı tutumlarını da etkiler. Hayata gözlerini açan bir bebeğin kültürü yoktur, büyüdükçe çevreden aldığı uyaranlarla içinde bulunduğu toplumun kurallarına uyum sağlar. Ebeveynler sahip oldukları kültürel değerlerin onlara öğrettikleri yol ve yöntemlerle bebeklerine davranarak, bebeklerinin bağlanma şekline etki ederler. Farklı kültürlerin değerleriyle büyüyen çocukların ebeveynlerinin onayladığı ve uyguladığı kültürel ritüel ve normlara göre gelişimleri farklılık gösterir. Çocukların ebeveynlerden öğrendikleri inanç ve davranışlarla bulundukları toplumun kurallarıyla yetişmeleri gelişimin kültürel boyutunu oluşturmaktadır (Sop ve Kanyılmaz Canlı, 2021).

Doğumla başlayan kültürel etkileşim, bebeğin gelişimi için gerekli olan temel dinamiklerden biridir. Gelişim yalnızca bireysel bir süreç değil, aynı zamanda kültürle yoğrulan, kültürle beslenen bir evredir. Bebekler doğdukları andan itibaren ebeveyn ya da bakımverenlerinin içinde yetiştikleri kültüre özgü uyaranlarla tanışırlar ve iletişim becerilerini bu kültüre uyumlu olarak geliştirirler. Bebeklerin gelişim süreçleri çevreden aldıkları uyaranların sahip olduğu kültürün değerlerine ve değişkenlerine bağlı olarak farklılıklar gösterir. Farklı coğrafyalarda farklı kültürel norm ve ritüellerin görülmesi bebekle ebeveyn arasındaki bağlanma şekillerine etki eder. Bazı kültürlerde bebekle ebeveyn arasında yoğun fiziksel temas önemli görülürken, bazı kültürlerde bebeğin bireysel alanına saygı daha önemli görülebilir. Bebeğin toplumdaki yeri ve rolü kültürlerine özgü geleneklere ve normlara göre farklılık gösterir. Bebeklerin yaşadığı kültür, dil, gelenekler, aile yapıları bebeğin gelişim süreçlerinde etkin rol oynar. Bu nedenle bebeğin gelişiminde kültürel faktörlerin ve kültürel çevrenin önemi büyüktür.

Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir