Zeka Testleri Nasıl Ele Alınmalı?

Zeka Testleri Nasıl Ele Alınmalı?

Arkadaşlar Psk. Danışman Kadir Burak SALİMOĞLU tarafından kaleme alınan yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

Günümüzde ebeveynler çocuklarının sağlık durumlarında karşılaştıkları bazı problemlerin teşhis ve çözümü amacıyla değil ve fakat onların ne kadar “zeki” olduklarını öğrenmek, çevrelerine bunu ilan etmek vb. çocuğun pedagojik gelişimine yardım etmeyecek nedenlerle bu testleri yaptırmak istemektedir. Bu tablo psikolojik danışmanlık merkezlerinin yaygınlaşmasıyla daha belirgin hale gelmiş ve özellikle zeka testi uygulanması taleplerinde artış görülmüştür. Eskiden çocuğu tıp veya hukuk kazanan ebeveynler, çocuklarının ne kadar başarılı olduklarını birbirlerine anlatarak akademik başarılarıyla çocuklarını yarıştırmaktayken; bugün aynı rekabet çocuklarının zekaları üzerinden yürütülmektedir. Bu durum psikolojik açıdan sağlıklı bir durum değildir. Hiçbir psikolojik test ve özellikle zeka testleri, asla bir çocuğun ne kadar “zeki” olduğu anlaşılsın ve ailesi bu durumdan kendisine bir pay çıkarsın amacıyla yapılmaz; etik ve ahlaki olarak da yapılamaz. Hal böyleyken tüketim toplumunda yaşayan bizlerin tükettiğimiz maddi olanakların yanında çocuklarımızı da harcamaya kalkmamız gelecek nesiller için psikolojik yıkımları ve büyük değişimleri beraberinde getirecektir.

Zeka ve başarının birbirine endekslenmesi, okul yaşamında başarısız olan bir öğrencinin zeki olmadığı yönünde bir yargının oluşması, ki maalesef öğretmenler bile bu konuda zaman zaman söz konusu olumsuz yargılara sahip olabilmektedir, oldukça yanlıştır. Çünkü, evet zeka başarılı olmak için bir alt yapı sunmaktadır fakat zeka seviyesinin yüksekliği başarıyı tek başına getiren bir etmen değildir. Nitekim bu yönde yapılmış akademik çalışmalar vardır ve bu çalışmalar göstermektedir ki, yüksek zekaya sahip olan bireyler bununla doğru orantılı olarak her zaman başarılı olamamaktadır. Yeteneklerin geliştirilmesi, çalışma metodu ve prensiplerinin kazandırılması, planlama yapabilme becerisinin edindirilmesi gibi davranışlar zekânın işlevsel kullanılmasında en büyük etkenlerdir. Önemli olan eğitim ortamlarımızın ve evlerimizin bu eksende çocukların yönlendirildiği ve motive edildiği yerler haline getirilmesidir. Sorumluluğun ve istikrarlı çalışma davranışının kazandırıldığı bir çocuk, yüksek zekâlı ve fakat çalışma prensibine sahip olmayan bir çocuktan daha başarılı olacaktır.

Doğuştan getirdiğimiz ve değiştiremeyeceğimiz özelliklerimizin değiştirilmesi veya bazı kapasitelerimizin yükseltilmesi için harcayacağımız zamanı disiplinli çalışmaya ve sorumluluklarımızı yerine getirmeyi öğrenmeye ayırmış olsak yüksek bir zekaya sahip olup olmadığımız mevzusu bir problem olmaktan çıkacaktır. Bu sağlandığında büyük bir ihtimalle, hızlı okuma kursları da müşteri bulamayacak ve 12 adımda bir şeyler yapabilme becerisine sahip olma istekleri de son bulacaktır.

Bir ailenin değiştirebileceği değişkenler üzerinden değil de; değiştiremeyeceği yapılar üzerinden problemleri algılaması, eğitim açısından hem kısır bir döngü oluşturmakta hem de sahip olduğu becerilerin geliştirilmesi ile yaşama çok büyük katkılar sağlayacak olan birçok çocuğun bu katkıyı sağlamasının önüne geçmektedir. Çocuğu başarısız olduğu için ona zeka testi uygulatmak veya tam tersine çocuğunun zekasının üst sınırlarını öğrenmek isteyen bir ebeveyn varsa bu yazıyı okuyanlar arasında ona tavsiyem hemen bu arzusundan vazgeçmesidir. Yüksek zekaya sahip olmak bütün toplum içerisinde %2’lik bir dilimin içine girmek demektir. Zeka skalasının diğer bir ucunda ise yine yüzde %2’lik bir dilim bölümünde, zeka geriliğine sahip olan bireyler yer almaktadır. Yüksek zekalı ve zeka geriliğine sahip olan bireylerin zeka skalasındaki toplam değerleri %4’tür. Geri kalan %96’lık birim aslında sahip olduğu kapasiteyi düzgün kullanmayı öğrendiği taktirde dünyanın bayındır kılınmasında ve işlerin yürütülmesinde asıl etkili güce sahip olacak olan dilimdir.

Çocuğumuzun belli yetenek ve belli bir yapabilirlik kapasitesiyle yaratıldığını kabul edip bu yeteneklerin geliştirilmesi için çaba harcanması onun mutluluğu ve geleceği için ve aslında toplumun geleceği için en doğru adım olacaktır. Bu konuda psikologlara ve eğitimcilere büyük roller düşmektedir. Bu rol, çocukların sahip olduğu bazı yeteneklerin, hız kadranları karşılaştırılan arabalar misali, başka çocuklarla yarıştırılmaması gerektiği gerçeğinin anlatılması ve çocukların kapasiteleri geliştirilecek olan ve bazı sorumlulukların öğretilmesinin gerektiği küçük bireyler, yarınki toplumun yapıcıları oldukları gerçeğinin ailelere anlatılması rolüdür.

Kaldı ki tüm dünyada uygulanan zeka testleri kesin sonuçlar vermekten ve çocuğun aslında sahip olduğu zeka kapasitesini yüzde yüz ortaya koymaktan bu gün hala uzaktır. Çünkü zeka testleri ve aslında diğer bütün testler, sadece yapılacak olan teşhise yardımcı olması ve ölçmeye dayanan nesnel bir fikir vermesi amacıyla yapılır. Hiçbir zaman tek bir ölçme aracının sonucuna dayanılarak ne bir ruh sağlığı bozukluğunun tanısı koyulur ne de bir zeka veya yeteneğin tanılaması yapılır, yapılabilir. Bu materyaller uzmanın yapacağı diğer uygulamalara yardımcı niteliktedir.

Ailelere düşen görev ilk çocukluk döneminden itibaren çocuklarını dikkatli bir şekilde gözlemeleri, hangi oyunlara, hangi nesnelere, çevresindeki hangi durumlara ve olaylara daha çok dikkat ettiğini belirlemeleridir. Gerekirse notlar alınmalı ve çocuğun eğitim yaşamı başladığında başarılı olduğu dersler daha önceden alınan notlarla karşılaştırılarak öğretmenleri ile diyalog kurularak çocuğun başarı alanı ve yetenek alanı belirlenmelidir.

Çocuğumuzun sahip olduğu yeteneklerin onun sahip olmasını istediğimiz yeteneklerden farklı olması gerçeği de başka bir problem alanını oluşturmaktadır. İstediğimiz becerilere sahip olmayan çocuğumuzu bizim mutlu olacağımız alanlara teşvik etme, yönlendirme tutkumuz onun başarısız olmasındaki nedenlerden başka bir tanesidir. Bir uzman olarak ailelerden ricam çocuklara bir yarış kulvarında oldukları, etraflarında onları geçmeye hazır onlarca çocuğun olduğu, eğer başarısız olurlarsa mutlu olamayacakları, hele de başarısız olmaları durumunda çevresi tarafından insan yerine koyulmayacakları gibi uyarıların asla ve asla kullanılmamasıdır. Eminim çevrenizde şahit olmuşsunuzdur “Bu diplomayı almadığın zaman biliyorsun değil mi hiç bir iş sahibi olamazsın, insanlar seni adam yerine koymaz, düşük bir maaşla sürünür gidersin.” ifadelerine. Bu ve buna benzer ifadeler kapitalist, rekabetçi bir toplumda yaşayan bizler için kısmen ya da sonuç olarak doğru olsa bile çocuklara eğitimi sevdirme de yanlış bir yaklaşım tarzıdır. Güzel bir diploma sahibi olmak, iyi bir iş sahibi olmak eğer amaç ise bu amacın gerçekleşmesine yardımcı olacak olan yolların bizim tarafımızdan açılması, çocuğun önüne çıkması muhtemel engellerin önceden tespit edilerek onun bu konuda desteklenmesi gerekir. Ancak bu desteğin ona ekstra ders çalıştırmak, özel öğretmen tutmak, kurslara göndermek gibi sadece öğretim odaklı yollardan geçmediğinin altını çizmek istiyorum.

Oyun oynamayı bilen, espri yapabilen, şaka kaldırabilen, arkadaş edinebilen, insanlarla iletişim kurabilen, etrafındaki ilginç problemlere dikkat gösteren, çevresindeki diğer çocuklardan bazı şeyleri daha farklı yapabilen ve benzeri hasletlere sahip olan çocuklar aslında gerçek başarıyı yakalamaya aday çocuklardır. Sadece öğretim ortamlarına girmeye zorlanmış, sınav sonucuna göre olumlu pekiştirme almayı bir beklenti haline getirmiş olan, başarısız olduğunda değersiz olacağı hissini otomatik olarak içinde büyüten bir çocuk hangi mesleğe sahip olursa olsun toplum için artı bir değer üretmekten uzak bir çocuk olacaktır. Aslında bilinçaltı kodlarımızın bir ürünü olan “vali olmuş ama adam olamamış” ifadesi bu şekilde büyümüş olan çocukları anlatmaktadır. Problemle karşılaştığında bu problemin bir şekilde çözüleceğinin bilgisine sahip, kendinden emin olan bir çocuk başarıyı yakalamada diğer çocukların her zaman bir adım önünde olacaktır. Ezberlemeyi tek beceri haline getirmiş, her zaman bir başkasının yardımına ihtiyaç duyan, onaylanmadan adım atamayan bir çocuksa bir adım geriden takip edecektir. Bu durumun aslında çocuğun doğuştan getirdiği bir durum olmayıp tamamen ailesinin onu yetiştirme tarzıyla alakalı olduğu bilinmelidir. Aileler bunu dikkate alarak çocuklarıyla kurdukları iletişimin en küçük adımına dahi dikkat etmelidirler. Onlara sundukları ortamın kalitesini (niteliğini) arttırma ve kendilerini de geliştirme hedefinde olmalıdırlar. Özetle, zeka testlerine yönelik ilgide meydana gelen artıştan yola çıkarak yazdığım bu yazıyı, velilerin çocuklarına gereksiz yüklenmelerinin başarıyı getirmeyeceği ve niceliğin değil niteliğin önemsenmesi vurgusuyla bitirmek istiyorum.

Yazının tamamı için TIKLAYINIZ.

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir