Çocukları Televizyondan Korumak İçin Neler Yapılabilir?

Çocukları Televizyondan Korumak İçin Neler Yapılabilir?

Arkadaşlar özellikle biz anneler çocuklarımızı televizyondan uzak tutmak için evin içinde bir çok formül üretmeye çalışıyoruz. Oğlum, okuma yazma bilmediği için elimde kitaplarla peşinde koşuyorum. Çizgi film kanallarını şifreliyorum. Her çözdüğü matematik sorusunun cevabı şifrenin bir rakamına karşılık gelecek şekilde sorular hazırlıyorum. Bazen soruları görünce ben biraz oyun oynayayım dediğinde dünyalar benim oluyor. Bazen de hemen çözüyor soruları. En çok da, gel deney yapalım mutfak hizmetinde, diyorum. Bulduğu her şeyi karıştırırken bir yandan da çekim yapıyoruz. Küçük mantık bulmacaları hazırlıyorum beraber çözmeye çalışıyoruz.  Oğlumun ilgi alanlarına göre onu oyalama tekniklerimin belli başlıcaları bunlar. Sizler de evde uyguladığınız teknikleri paylaşarak yol gösterebilirsiniz.

Şimdi de, “Çocukları Televizyondan Korumak İçin Neler Yapılabilir?” başlıklı Mustafa Koca tarafından yazılmış makaleyi okuyarak konuyu akademik boyutta öğrenelim.

ÇOCUKLARI KORUMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?

Televizyon izlemenin en yoğun olduğu dönemin, 11-14 yaş aralığı olduğu belirlenmiştir.Ortalama bir çocuğun 16 yaşına kadar TV’de 13 bin şiddet eylemine tanık olduğu saptanmıştır(Kalan, 2010). Çocukların televizyondan en az zarar görmesinde pek çok farklı kolların uyumlu bir çalışması gerekmektedir. Bu kollar televizyon işini yapan ve temel kaynak olan medya kuruluşları,çocukların zamanlarının büyük bir vaktini geçirdikleri okul ve çocuklarını en iyi tanıyan aileleridirve en çok da ailelere görev düşmektedir.Öncelikle medya kuruluşları kaynak olarak yayınladıkları içeriğe dikkat etmelidirler. Çocukların izleyebileceği saatlerdeki programlarda asla şiddet, cinsellik ve olumsuz davranış oluşturabilecek unsurlar barındırmamaları gerekir. Oysa ki medya kuruluşları bunun tam tersini yapmaktadırlar. “Uluslararası Ticaret Örgütü’nün belirlemiş olduğu reklam özdenetim esaslarından çocuklara yönelik reklamlarda gözetilecek temel ilkeler şu şekilde belirlenmiştir:

1. Ayırt Edebilme:

Çocukların özel olarak korunmaları gerektiği için ve Esaslar’ın 11. maddesini özellikle uygulamak üzere, reklamların, yazılar ya da program malzemesi ile herhangi bir şekilde karıştırılması olasılığı bulunuyorsa reklamlar açıkça “reklam” olarak belirtilmeli veya aynı derecede etkili bir şekilde ayırt edilmelidir.

2. Şiddet:

Reklamların, yasalara ve/veya genel kabul gören toplumsal davranış kurallarına aykırı düşebilecek davranış ya da durumlarda şiddete göz yuman bir yaklaşım sergilememesi gerektiği unutulmamalıdır.

3. Toplumsal:

Reklamlar, bir ürüne sahip olmanın ya da bir ürünü kullanmanın tek başına,çocuğu yaşıtı olan diğer çocuklara göre fiziksel, sosyal veya psikolojik bir avantaj sağlayacağını veya bu ürüne sahip olmamanın aksi yönde bir etki yaratacağını ileri sürerek toplumsal değerleri “Televizyonun ne zaman, nasıl ve ne kadar izleneceğine ve televizyonda hangi içeriğin izleneceğine ilişkin kurallar koymak ve/veya kısıtlamalar yapmak anlamına gelen kısıtlayıcı aracılık
uygulamalarıyla daha çok karşı karşıya gelen çocukların, daha az saldırgan, kendilerini daha fazla kontrol edebilen, okula daha çok uyum sağlayan çocuklar oldukları; televizyon programlarını daha iyi anlayabildikleri ve gerçek dünyayla televizyon arasında daha iyi ayrım yapabildikleri; cinsiyet rollerine kalıp yargılardan daha uzak bakabildikleri ve dış dünyaya ilişkin korkularının daha az olduğu; televizyonda reklamı yapılan ürünlerin satın alınmasını daha az istedikleri gözlemlenmektedir.

Kısıtlamanın ve kural koymanın her düzeyi, bu kadar etkili değildir. Anababaları saldırganlık içeren programlar konusunda daha kısıtlayıcı olan çocukların daha azsaldırganlık gösterdiklerini, ancak çok fazla kısıtlayıcılığın da yüksek düzey saldırganlıkla ilişkiliolduğunu gözlemlemiştir. Bu, kısıtlayıcılığın “geri tepen” bir yanının da söz konusu olabileceğiniakla getirmektedir. Ancak ana babanın araya girişi ve müdahale edişi, televizyonun bir bilgi kaynağı olarak, çocuğun gözündeki değerini düşürmekte ve çocuğun televizyona ve içeriğine daha şüpheci bir tavırla yaklaşmasına yol açmaktadır. Kurallar koymanın çocuğa, onu televizyonun değil, ana babanın yetiştirdiği mesajını verdiğini ve çocuğun, mesajları ana babanın koyduğu sınırlar içinde almasına yardımcı olduğunu belirtmektedir” (Bağlı, akt., 2003). Bağlı kısıtlayıcılık tiplerini aşağıdaki gibi aktarmış ve açıklamıştır:

a) Açık kısıtlayıcılık

b) “Çaktırmadan” kısıtlayıcılık

c) Açıklayıcı kısıtlayıcılık

d) Alternatifli kısıtlayıcılık

e) Üçüncü kişileri denetleyerek kısıtlayıcılık

f) Mekânsal kısıtlayıcılık

g) Diğer kısıtlayıcılıklar (“kuralın kaynağını dışarıda tutarak kısıtlayıcılık” ve “kısıtlama nedenini değiştirerek kısıtlayıcılık”)

“Kısıtlamaya ilişkin niyetin, gerekçeli ya da gerekçesiz olarak, açıkça ifade edilmesi, söz konusu ‘doğrudanlık’tan ötürü, ana babayla çocuğu karşı karşıya getirme gizil gücünü taşımakta ve dolayısıyla çatışma ve direnme olguları için uygun zemin oluşturmaktadır. Çatışma ve direnme olasılıklarından kaçınmak üzere, “çaktırmadan” kısıtlayıcılık, alternatifli kısıtlayıcılık ve “diğer kısıtlayıcılıklar” başlığı altında değerlendirilen “kuralın kaynağını dışarıda tutarak kısıtlayıcılık” ile “kısıtlama nedenini değiştirerek kısıtlayıcılık”, ana babaların başvurdukları aracılık biçimleridir. Bunlar da, “doğrudan kısıtlayıcılık”ın karşıtını işaret ettiklerinden, “ dolaylı kısıtlayıcılık” olarak kavramsallaştırılabilirler. Bu kısıtlayıcılık biçimlerinde ana babalar, “kısıtlama yapmıyormuş gibi” davranarak kısıtlama amacını “dolaylı” bir biçimde gerçekleştirmektedirler.

Annelerle ve çocuklarla ailede televizyon kullanımına ilişkin olarak görüşülen bir araştırmada, annelerin doğrudan kural koymak yerine, “empoze etmemiş olmak” amacını gerçekleştirmeye dönük bir, aracılık çabası içinde olduklarını gözlemlemiştir. Çünkü annelerin,kuralları dayatmak ve uygulamak için her zaman yeterli enerjileri yoktur. Çocuklar, tanımlanmış kuralların fazla olmadığından söz etmektedirler. Dile getirilmeden uygulanan kuralların da bulunmaktadır. Kuralı tanımlamadan ya da dile getirmeden uygulamaya çalışmak, ana babaya,çocuğun direnişi ile baş etmek için bir ölçüde yardım edecektir. “Dolaylı kısıtlayıcılık” olarak değerlendirilen kısıtlayıcılık biçimlerinden en belirgini, “çaktırmadan” kısıtlayıcılıktır. Burada temel olarak, izlenmesi istenmeyen içeriğin çocuğa farkettirilmeden, bir başkasıyla yer değiştirmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Özellikle cinsellik içeren görüntüler ve programlar, “çaktırmadan” kısıtlanmaktadır.

Çiğdem Çınar, daha önce de alıntılanan ifadesinde, cinsellik söz konu olduğu zaman açıklama yapmadıklarını, çünkü “açıklama yaparlarsa battıklarını” belirtmektedir. “Kuralın kaynağını dışarıda tutarak kısıtlayıcılık” ve “kısıtlama nedenini değiştirerek kısıtlayıcılık”ta, kısıtlamayı amaçlayanın ve kısıtlama gerekçesinin, olduğundan farklı gösterilmesi yolu izlenmektedir. Sözü edilen bu son iki aracılık biçiminde, “çaktırmadan” aracılıkta olduğu gibi, ana babanın çocukla çatışması ve çocuğun direnmesi olasılığı azalmaktadır.Çocukların, kısıtlamaya karşı direnme şeklinde görülen tepkilerine, yani kısıtlayıcılığın “geri tepen” yanına, belirli bir davranışı kontrol etmeye ya da kısıtlamaya yönelik girişimlerin, davranışı kısıtlanmaya çalışılan kişinin özgürlüğünü ortaya koyma çabasıyla, istenenin tersi yönde sonuçlanabileceğine ilişkin kestirimlerde bulunan “karşı tepki oluşturma kuramı” ile yaklaşılabilir.Dolaylı kısıtlayıcılık biçimlerinden bir diğeri olan alternatifli kısıtlayıcılıkta, başka etkinlik önerilerinin ve farklı içerikteki program ya da kanalların gündeme getirilmesi yoluyla, çocuğun izlemesi istenmeyen içerikten uzak tutulmaya çalışılması söz konusudur.

Alternatifli kısıtlayıcılık olgusu, “yer değiştirme denencesi” ile ilişkilendirilebilir gibi görünmektedir. Yer değiştirme denencesi, temel olarak, televizyon izlemenin diğer gündelik etkinlikler arasındaki yerini,etkinliklere harcanan süre bağlamında değerlendirmeye yardımcı olmak için kullanılmaktadır.Denencenin temel sayıltıları, aynı anda birden fazla etkinlikte bulunulamayacağı ve zamanın kısıtlıoluğu dolayısıyla bir etkinlikle geçirilen sürenin mutlaka diğer etkinliklere ayrılmış sürelerden alınmış olacağı doğrultusundadır. Buna göre, televizyon izleme başka etkinliklerle birlikte değil,tek başına gerçekleşir ve ne kadar çok televizyon izlenirse başka etkinliklere o kadar az zamankalır.Yer değiştirme olgusu, televizyon izleme ve televizyon izlemenin yerine geçtiği etkinli karasındaki ilişki “fiziksel ve psikolojik yakınlık” ilkeleriyle açıklanmaktadır. Fiziksel yakınlık iki etkinliğin aynı fiziksel mekânda oluşuyor olmasına; psikolojik yakınlık ise iki etkinliğin yaşantısal olarak benzer olmasına (örneğin, her iki etkinliğin de aynı derecede doyum vermesine) işaret etmektedir. Bu ilkeler, eğer televizyon izleme bir başka etkinliğin yerine geçecekse, nasıl bir etkinliğin yerine geçeceğinin ipuçlarını vermektedir.Ana babalar, izlenmesini istemedikleri program yerine başka program ya da televizyonizleme etkinliği yerine başka etkinlik önerisinde bulunmayı, “başka program” ya da “başka etkinlik”, psikolojik ve fiziksel olarak daha uzak ve “çerçeve” değiştirmek daha zor olduğu için,ancak çaba sarf ederek gerçekleştirebilirler. Üstelik “çerçeve” değişikliği sadece çocukları için değil, kendileri için de geçerlidir ve çerçeve değiştirmek enerji gerektirmektedir.

Birden fazla televizyon cihazı sahibi olmak, aile bireylerinin televizyon izlemelerini artırıcı bir etmen olarak değerlendirilebilir. Ancak, evdeki ikinci ya da üçüncü televizyon, bu araştırmadaki ailelerde gözlemlenmemiş olmakla birlikte, önemli bir “kısıtlayıcı yardımcısı” olarak da işleyebilir. Ana baba, çocuk için uygun olmadığını düşündükleri içerikte programları kendi odalarına koydukları televizyonda izleyebilir ya da her iki televizyon cihazında izlenmek üzere ayarlanmış olan kanallar, aynı gerekçe ve amaçla farklılaştırılabilir.

Kısıtlayıcılığın bir sınırı da, kısıtlamak için geçerli bir gerekçe bulunduğu ve bir irade oluştuğu halde, kısıtlayıcılığı gerçekleştirememekle ilgilidir. Ana babalar çoğu kez belirli birprogramın çocukları için uygun olmadığını, ancak programı izlerken fark edebilmektedirler.Programın uygun olmadığının anlaşıldığı nokta, zaman zaman kısıtlama için çok geç kalındığı noktadır. Çünkü çocuğun izlemesi istenmeyen görüntü, ekranda görünmüş ve geçmiştir; yani kısıtlamayı gerçekleştirmek için gerekli “erken teşhis” yapılamamıştır. Dolayısıyla, ana babanın “erken teşhis”teki becerisi de, kısıtlayıcı aracılıkta dolaylı bir etmen olarak karşımıza çıkmaktadır” (Bağlı, 2003).

Televizyonun zararlı etkilerinden korunmak için çocukların yapabileceklerini Karacoşkun(2002) şöyle sıralamıştır:

1. Televizyon izlerken seçici olmalı, her programı değil de kendi değerlerine uygun programları seyretmelidirler.

2. Televizyon yönetici ve yayıncılarını uyararak, onları kendi kültürümüze uygun programlar yapmaya yöneltmelidirler.  Bu tür programlar yapıldığında da telefon, faks vb. yollarla teşekkürlerini bildirerek onları teşvik etmelidirler.

3. Aileler, çocukların televizyonu sürekli değil, belirli saatlerde seyretmelerine imkân vermeli ve seyredecekleri programların onların sosyal gelişmelerine uygun olmasına dikkat etmelidirler.

4. Eğer kaset yahut CD ile video seyretme imkânı varsa, zaman zaman çocukların televizyon seyretmeye yönelik ilgi ve gereksinimleri, ahlakî motifleri zengin çizgi ve dizi film kasetleri veya CD’leriyle giderilmelidir.

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir