Çocuklarınızı Kuzu Gibi Yetiştirmeyin

Çocuklarınızı Kuzu Gibi Yetiştirmeyin

Arkadaşlar Klinik Psikolog- Pedagog Mehmet Teber’in yazısını sizlerle paylaşıyorum.

Günümüzde birçok anne-baba, çocuklarının özgüven ve sorumluluk sahibi olmadığından şikâyetçi. Hakkını savunamayan, doğru bildiğini söyleyemeyen, bir toplum içine girdiğinde çekingen davranan, marketten yanlış aldığı bir ürünü değiştirmekten aciz, odasını toplamayan, ödevlerini kendi başına yapmayan çocuklar, günümüzde çok karşılaştığımız çocuk tipleri.

Bu ve bundan sonraki yazı dizimde çocuklarda özgüvenin ve sorumluluğun nasıl kazandırılması gerektiğine değineceğim. Çünkü özgüven ve sorumluluk sorununu çözdüğümüzde, özgüven sahibi ve sorumluluk alan bireyler yetiştirdiğimizde, hem aileler daha mutlu olacak, hem de bu bireyler ileride devletlerine ve milletlerine önemli katkılar sağlayabilecekler.

Özgüven konusuna girizgâh yapmadan önce kendi hayatımdan bazı paylaşımlarda bulunmak istiyorum. Ben de birçok Türk çocuğu gibi koruyucu bir ailede büyüdüm. Evin de ilk çocuğuydum. Haliyle seviliyordum. Ekmeğimi annem dürüp elime veriyor, ayakkabılarımı o giydiriyordu. Okul çantamı zaten annem hazırlıyordu. Annem ve babam, benim adıma neredeyse her işi yapıyordu. Böyle bir ortamda büyüdüm ben. Çekingen, sınıfta pek de söz almayan ama aynı zamanda çalışkan da bir öğrenciydim.

Sanırım ilkokulun sonlarıydı. İzmit’te Yeni Cuma Parkı’nda oturuyordum. Dershaneden çıkmıştım. Aklıma ayakkabımı boyatmak düşüncesi geldi. Oradaki boyacılardan birini çağırdım. Çağırdığım çocuk benim yaşlarımdaydı. Ayakkabımı güzelce boyadı. Bittiğinde ona boya ücretini sordum. Şimdinin parasıyla 10 TL gibi bir fiyat söyledi. Hâlbuki o zamanlar ederi belki sadece 1 TL idi. Ben o çocuğa “Neden bu fiyat?” diyemedim. Sadece “10 lira mı?” dedim yeniden. Hakkımı arayamadım. Onunla pazarlık yapamadım. Cebimdeki tüm paramı o çocuğa vermek zorunda kaldım. Neden mi? Tabi ki özgüven sahibi olamadığım için.

Kuzu Yetiştirmek

Üniversite yıllarıma geldiğimde, üzerimdeki bu ölü toprağını ancak atabildim. Bunda üniversitemin ve hocalarım katkısı çok fazla. Hepsinin ellerinden hürmetle öpüyorum. Beni sürekli grup projelerinden görevlendiren ve neredeyse her hafta sınıfın karşısında sunu yaptıran eğitim sistemi sayesinde özgüvenim dirilmeye başladı.

Yine bu yıllarda bir derginin arka kapak sayfasında meşhur Bostan ve Gülistan’ın yazarı Sadi-i Şirazi’ye ait olan bir söz okudum: Çocuklarınızı kuzu gibi yetiştirirseniz, koyun gibi güdülürler.

Bu söz beni çok etkiledi. Belki de o an, hayatımdaki kırılma noktalarından birisiydi. Anladım ki, annem-babam o tertemiz olan niyetleri ve büyüklerinden elde ettikleri tecrübeler çerçevesinde beni kuzu gibi yetiştirmişlerdi. Zaten bizim kültürümüzde kuzuluk keçiliğe evla değil midir? Kuzuluk pekiştirilirken, keçilik yerilmez mi? Bu şekilde özenle yetiştirilen kuzucukları (evde aslandırlar da sadece dışarıda kuzu olurlar) hayatının çeşitli dönemlerinde boyacılar da güder, simitçiler de. Hele ergenlik döneminde gençlerin etrafı kuzu avcısı kötü şer odaklarıyla dolar. Kimi kuzuları kendi safına alıp sapkın düşünceleri onlara aşılar, kimisi de madde bağımlısı yapar. Kimi bu kuzucukları fuhşa, kimisi ise suça sürükler.

İşte, çocuklarda özgüveni yıkan, sarsan, zedeleyen anlayışların başında onları kuzu gibi yetiştirme çabası geliyor. Kuzu gibi çocuk isteyen ve böyle de çocuk yetiştiren anne-babalar bu kuzular büyüdüklerinde ise şikâyetçi oluyor: “Kendi başına bir iş yapamıyorsun.”, “Bilmem ne kadar adam oldun hala baba eline bakıyorsun.”, “Bir baltaya sap olamadın.”

Bu kuzular bizim eserimiz, anne-babalar! Onlara kızmaya gerek yok ki? Çünkü onları güdülerek bir iş yapmaya alıştıran biziz. Bir baltaya sap olabilmeleri için bir çobanın gidip onları bir baltaya takması gerekiyor. Nasıl “kendi başına” iş yapsınlar ki? Küçükken kendi başlarına iş yapmaya kalkıştıklarında, biz onları inatçılıkla, söz dinlemezlikle ve asilikle suçlamadık mı? “Keçilik yapma!” demedik mi? Yıllardır onun adına işleri biz yapmadık mı? Şimdi nasıl kendi başlarına bir şeyler yapmasını bekleriz bu kuzucuklardan? Kısacası suç bizim, yani anne-babaların.

Nedir Özgüven?

 

Özgüven, kişinin kendi benliğine karşı olumlu hisler beslemesi, yapabileceğine, yetenekli olduğuna inanmasıdır. Bir şeyleri başarabilmek için gerekli olan enerjiyi kendi içinden (yeteneklerinden, becerilerinden) alabilme gücüdür.

Yeni Cuma Parkı’nda bir boyacı karşısında ben çaresiz kalmıştım. Çünkü ben, o boyacıya karşı çıkabileceğime inanmıyordum. Bunu yapabileceğimi zannetmiyordum. Yapmaya kalkıştığımda ise başarısız olacağımı düşünüyordum. Çünkü bana karşı çıkmak değil, tabi olmak öğretilmişti. En sevdiğim, en yakınım iki insana, anne-babama bile karşı çıkamazken elalemin yedi kat yabancısına nasıl karşı çıkacaktım ki?

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir